23 Kasım 2017 Perşembe

"TPAO İHANETİ" - Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: Mehmet AKAYA

TPAO İHANETİ
Mehmet Akkaya
Bir hükümet kendisinin, milletinin ayağına kurşun sıkar mı? Ülkesine düşmanlık yapar mı? Hem de yabancı çıkarı için? Hem de emperyalist tekeller, savaş baronları için?
Kılavuzu emperyalistler ise, kurşun üstüne kurşun sıkıyormuş meğer.
Kıbrıs çıkarmasında benzin üreten bir rafineri vardı. Oranın benzini ile uçaklarımız havalanırdı. ATAŞ Rafinerisi. Gel gör ki, İngiliz kontrolünde. Vakti zamanı geldi, Kıbrıs’a çıkarma yapmak gerekti. Savaş uçaklarımız havalanamadı. İngiliz işveren benzin vermiyordu. Sağolsun Kaddafi... Libya’dan sağladık benzini ve öyle çıkarma yapabildik.
Bundan ders aldı zamanın hükümeti. Çıkarma sonrasında ilk iş milli rafineri kurmak oldu. TPAO sıvadı kolları, TÜPRAŞ’ları kurduk.
Ama bazısı bir yanlıştan bile ders alırken, emperyalist batıyı pusula yapanlar, bırakalım ders almayı, ihanetten ihanete koştular.
Rafineride de öyle oldu. OECD, Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Birliği’ni kılavuz yapan AKP, 2005’te TÜPRAŞ’ları sattı. Hem de, Kıbrıs çıkarmasında benzin vermeyen emperyalistlere...
Kıbrıs çıkarmasında uçak lastiğimiz de yoktu. ABD ambargosu lastik bulmamıza engel oluyordu. Yine imdada Kaddafi yetişti. Benzinin yanında uçak lastiği de verdi. Zamanın hükümeti, “madem öyle” dedi, çıkarmadan hemen sonra uçak lastiği de üreten PETLAS’ı kurdu. Sene 1976...
Lakin emperyalist kılavuz bırakmıyor. AKP hükümeti PETLAS’ı da sattı. Sene 2005. Mahkeme “satış usulsüz” dedi. Ama dinleyen kim?! Hâlâ top gibi oynuyorlar güzelim PETLAS ile.
Dahası var. Zor zamanların dostu Kaddafi’yi, linç etsinler diye Amerikancı muhaliflere çantalar dolusu para gönderdi hükümet. Kan revan içinde can verdi, katil sürüsünün elinde kadim dostumuz Kaddafi.
PETROL KURUMLARININ ANASI TPAO
Milli Petrolün öyküsü hem acıdır hem de uzun. 
Bazı satır başları sadece;
- Cumhuriyetin ilk işi Petrol Yasası çıkarmak oldu. Sene 1926.
- 1933’te Petrol Arama ve İşletme Dairesi kuruldu.
- 1940’da Raman’da, 1947’de Garzan’da petrol bulundu.
- 1942’de Petrol Ofisi, 1953’te Batman Rafinerisi kuruldu.
- 1954’te 6326 Sayılı Petrol Kanunu çıkarıldı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM)ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) kuruldu.
- Petrol işi entegre çalışmayı gerektiriyordu. 
- 1959’da Batman Rafinerisi, 1960’ta Petrol Ofisi (POAŞ) TPAO’ya devredildi.
- 1961’de İPRAŞ Rafinerisi kuruldu.
- 1965’te TPAO, Yarımca PETKİM’i kurdu.
- 1967’de Batman-Dörtyol Petrol Boru Hattı açıldı.
- 1967’de Aliağa Rafinerisi kuruldu.
- 1971’de TPAO ve İPRAŞ, İstanbul Gübre Sanayi A.Ş.’ı (İGSAŞ) kurdular.
- 1972’de İPRAŞ Rafinerisi TPAO’ya geçti.
- 1974’te TPAO, deniz petrol taşımacılığını, DİTAŞ’ı kurdu.
- 1974’te TPAO, BOTAŞ’ı kurdu.
- 1974’te TPAO, Akaryakıt Dağıtım A.Ş.’ı (ADAŞ) kurdu.
- 1975’te TPAO, 22 petrol sahasında, 100 milyon varil ham petrol üretir oldu.
Derken 12 Eylül, Özallı yıllar ve Batın’ın emrine giren hükümetler dönemi. TPAO için de, petrol sanayimiz için de karanlık yıllar.
- 2000’de POAŞ, Shell-Doğan Holding ortaklığına satıldı.
- 2004, İGSAŞ Yıldızlar Holding’e satıldı.
- 2005’te TÜPRAŞ, Shell-Koç ortaklığına satıldı.
- 2008’de PETKİM, Kazak-Rus mafyasına satıldı.
- 5 Ekim 2016. Kalan tek kamu dağıtım şirketi Türk Petrol (TP) Zülfikarlar Holding’e satıldı.
TPIC NEDİR?
ANAP hükümeti 1988’de, kara para aklanan ve karanlık işlerin döndüğü Jersey Channel (Kanal) Adalarında, Türkiye Devletine ait görünen bir petrol şirketi kurdurdu. Turkish Petroleum International Company Ltd. (TPIC).
Çalışanların büyük kısmı taşeron işçisi... Sendikalaştılar diye 600 işçiyi kapıya koydu.
TPIC, 2013’te BOTAŞ’a devredildi. Ama özerk, ama şaibeli, ama kamu mantığına göre yönetilmiyor, ama karanlık adalarda.
TPAO VE BOTAŞ’A SALDIRI
TPAO’nun yarattıkları, vergi ve büyüklük bakımından dev kurumlardı.
Geçen 10 yılda, kamunun entegre yapısı parçalanmış, her parçası satılmış, kurda kuşa yem edilmişti. Emperyalistler ise kaymağına çöreklenmişti.
Bütün milli petrol kurumlarını satıp savurduktan sonra şimdi de kalan iki kuruma saldırıyorlar.
BOTAŞ’ı TPAO’dan kopardılar, şimdilerde onun da başına çorap örüyorlar.
TPAO’nun ise, Adıyaman, Batman ve Trakya bölge müdürlüklerindeki kuyu tamamlama (workover) ve sondaj faaliyetlerini TPIC’e devretmek istiyorlar. Genel müdürlüğün jeofizik operasyonları, sismiği ve deniz sismiğini TPAO’dan almak istiyorlar.
Bu, milli olanakları, şaibeli TPIC’e devretmek değildir sadece. TPAO’nun idam fermanıdır, milli petrolcülüğe ihanettir. Petrol işçisinin “TPAO vatandır” demesi bu yüzden. Sadece petrol işçisinin değil, topyekûn işçi sınıfının, tekmil milletin görevidir TPAO’ya sahip çıkmak. (İKTİBAS & KAYNAK: Aydınlık Gazetesi, 17.11.2016)

17 Kasım 2017 Cuma

"PETROL-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANLIĞI" TPAO'da yeniden yapılanma ve taşeronlaştırma saldırısı BÜTÜNSEL DÖNÜŞÜM PROGRAMI'NA KARŞI TPAO'YA SAHİP ÇIKIYORUZ

TPAO'da yeniden yapılanma (bozulum-deformasyon) ve taşeronlaştırma saldırısı!..
BÜTÜNSEL DÖNÜŞÜM PROGRAMI'NA KARŞI TPAO'YA SAHİP ÇIKIYORUZ
Türk Petrol Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından sıra TPAO'nun yeniden yapılandırılmasına geldi. Bu sürecin yol haritası, Bütünsel Dönüşüm Programı adıyla sunuldu. TPAO'yu parçalayıp zayıflatarak özel sektör mantığıyla yönetilen bir şirket haline getirilmesine karşı Petrol-İş, TPAO'ya sahip çıkıyor.
Geçen yıl Türk Petrol Kanunu yasalaşmıştı. Petrol sektörünü yerli ve yabancı sermayenin etkin olduğu buna karşılık kamu şirketi TPAO'nun konumunun zayıflatıldığı o Kanun'un yasalaşmasının ardından sıra TPAO'nun yapısal olarak dönüştürülmesi sürecine geldi. Her ne kadar hükümet yetkilileri ve bürokratlar, TPAO'nun atılım yapması için bu sürece girildiğini iddia ediyorsa da, gündeme getirilen "Bütünsel Dönüşüm Programı" ile birlikte TPAO'nun yapısal olarak parçalanması, hizmet alımlarını arttırarak taşeronlaşmanın artması ve daha önce devletin bir politika aracı olan TPAO'nun iddiasızlaştırılması gündeme getirilmiş oluyor. Ayrıca önümüzdeki dönemde TPAO bazı sermaye gruplarının önünü açacak şekilde koltuk değnekliği rolüne soyunduruluyor.
TPAO Yönetimi'nin sunduğu gerekçeler
TPAO Yönetimi, Bütünsel Dönüşüm Programı'na neden gerek duyulduğunu çalışanlara ilettiği yazılarla ortaya koydu. Yönetim bu programı şu şekilde gerekçelendiriyor:
TPAO'nun planlanan sondaj öncesi arama, sondaj ve üretim faaliyetleri gerçekleştirmesine rağmen üretim ve rezerv seviyesinin arttırılamaması, TPAO'nun bu nedenle içine girdiği durağanlığa son verilmesi gerekliliği,
Türk Petrol Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile TPAO'nun daha rekabetçi bir piyasada faaliyet göstermeye başlayacak olması ve bu durumun kurumu rekabetçiliğe zorlaması,
Gençleşen TPAO istihdamının yeni bir insan kaynakları politikası ile şirketin yapacağı atılıma hazırlanması,
TPAO'nun bir marka haline getirilmesi, enerjide arz güvenliği ve ekonomiye daha fazla katkı vermesi anlamında devletin diğer kurumlarının TPAO'dan beklentileri.
TPAO Yönetimi'nin genel itibariyle yukarıdaki argümanlarla gerekçelendirdiği Bütünsel Dönüşüm Programı'nı hayata nasıl geçireceğini ise şöyle formüle ediyor:
TPAO, arama ve üretim odaklı bir şirket haline getirilecek ve yabancı şirketlerle ortaklıklarla yurtdışında yeni alanlara açılacak,
TPAO bünyesinde gerçekleştirilen servis ve destek faaliyetleri, proje bazlı çalışacak yeni kurulan servis şirketine devredilecek. TP Oilfield Service Company adı verilen bu servis şirketi, özel sektör mantığıyla çalışacak ve performansa dayalı bir istihdam politikası benimsenecek,
TPAO'nun bütününde İnsan Kaynakları politikaları yeniden yapılandırılacak ve kamu istihdamı mantığı terk edilerek özel şirketlerdeki klasik İnsan Kaynakları yaklaşımı adapte edilecek,
Petrol Akademisi kurulacak.
TPAO Yönetimi, yeniden yapılandırmayı içeren Bütünsel Dönüşüm Programı'nı neden ve nasıl hayata geçireceklerini bu şekilde ifade ederken aslında programın hangi amaçları taşıdığını perdelemeye çalışıyor. Bu programın bir zorunluluk olduğuna işaret etmeye çalışan TPAO Yönetimi, çalışanları bir algı yönetimi ile bu programa ikna etmeye çalışıyor.
Program aslında neyi amaçlıyor?
Bütünsel Dönüşüm Programı, bir bölümü TPAO Yönetimi tarafından açıkça ifade edilen ancak bir kısmı ise doğrudan açıklanmayan amaçlara sahip bir yeniden yapılandırma programıdır.
Program, geçen yıl yasalaşan Türk Petrol Kanunu sonrasında petrol sektörünün serbestleştirilmesi ile birlikte kamu kuruluşumuz TPAO'nun da bir özel şirket mantığıyla yönetilmesi ve bu doğrultuda faaliyetlerini yürütmesi için hazırlandı.
Programın önemli bir boyutunu bir servis şirketinin kurulması oluşturuyor. Buna göre TP Oilfield Service Company adını taşıyan ve yurtdışı merkezli yeni bir iştirak kuruldu. Daha önce TPAO çatısı altında yapılan sondaj, kuyu tamamlama hizmetleri, sismik gemi dâhil jeofizik operasyonlar, çimentolama, log ve çamur operasyonları gibi faaliyetlerin yeni servis şirketi tarafından gerçekleştirilmesi öngörüldü. Yani bu faaliyetler TPAO'dan alınarak özel sektör mantığıyla çalışacak farklı bir şirkete devredilmek isteniyor. Bu TPAO'nun zayıflatılmasından ve parçalanmasından başka anlama gelmiyor. Özelleştirme politikalarıyla dikey entegre yapısı zaten parçalanmış olan TPAO, her ne kadar aksi iddia edilse de, bir kez daha parçalanarak zayıflatılmak isteniyor.
Program ile TPAO'nun yabancı petrol tekelleriyle ortaklık yapması ve bu yolla yurtdışı faaliyetlerini güçlendirmesinin hedeflendiği belirtiliyor. Oysa, parçalanan TPAO, dikey entegre yapıya sahip petrol tekelleri karşısında rekabet gücünü yitirecek ve yerli-yabancı sermayeye koltuk değnekliği yapmak durumunda kalacak bir TPAO demektir.
Programda TPAO'nun petrol sektörünün en riskli alanı olan arama ve üretime odaklanması hedeflenirken ve kamu elinde dikey entegre yapıya kavuşturulması vizyonundan bütünüyle uzaklaşılması anlamına geliyor. Bütünsel Dönüşüm Programı, TPAO'nun adım adım özelleştirilmesinin zeminini hazırlayacak bir yol haritası olarak görülmelidir.
Program ile amaçlanan TPAO'yu kamu yararı doğrultusunda faaliyet gösteren bir kamu kuruluşu olmaktan çıkarıp verimliliğe odaklı, istihdamı esnek ve güvencesizleştirilmiş bir şirket haline getirmektir. İstihdam ve personel politikalarının da özel şirket mantığıyla oluşturulması öngörülüyor. Daha önce TPAO bünyesinde TPIC vasıtasıyla denenen, şimdi tüm TPAO için gündeme getiriliyor.
Başta yeni kurulan servis şirketi olmak üzere TPAO'nun bütününde yeni bir İnsan Kaynakları politikası benimseneceği anlaşılıyor. Kişisel Olarak Kariyer Planlaması  ve Hedef Bazlı Performans Sistemi'ne geçileceği belirtiliyor. Bu uygulamalar, bir kamu kuruluşu olan TPAO'da uzun yıllardır çalışanların özlük haklarının korunması ve geliştirilmesi, çalışma barışının sağlanması ve kamu istihdamı güvencelerinin sürdürülmesi için çalışanlar adına Petrol-İş'in taraf olduğu bir toplu sözleşme sistemini aşındıracak uygulamalar olarak öne çıkıyor. “Bütünsel Dönüşüm Programı'nın, toplu sözleşme sistemini de içeren kamu istihdam rejimini bozacak ve TPAO'da iş güvencesini zayıflatacak uygulamalar içerdiği görülüyor.
Petrol-İş TPAO'ya sahip çıkıyor
Petrol-İş Sendikası, TPAO'da gündeme getirilen Bütünsel Dönüşüm Programı'na karşı tavrını sürecin başından itibaren net bir şekilde ortaya koydu. TPAO'yu parçalayarak zayıflatacak, kurumda taşeronlaşmanın önünü daha da açacak ve iş güvencesini ortadan kaldıracak bu programa karşı, kamu petrol şirketimize sahip çıkarak TPAO'yu güçlendirecek asıl yol haritasına işaret ettik.
1980'li yıllarda özelleştirme ve serbestleştirme politikalarıyla dikey entegre yapısı parçalanan  TPAO'nun faaliyet alanı, petrol/doğal gaz arama, sondaj ve üretim ile sınırlı hale getirilmişti. Şimdi ülkemizin gözbebeği kamu kuruluşumuzun mevcut yapısının da parçalanmasına izin vermeyeceğimizi belirttik. Çünkü, petrol sektöründe şirketleri bölüp parçalayarak rekabet gücü kazanmak mümkün değildir. O nedenle yeni kurulan servis şirketi eliyle yapılacağı belirtilen sondaj, kuyu tamamlama hizmetleri, sismik gemi dâhil jeofizik operasyonlar, çimentolama, log ve çamur operasyonları gibi faaliyetlerin tamamının bugüne kadar olduğu gibi TPAO tarafından tek çatı altında sürdürülmesi gerekiyor.
Bununla birlikte TPAO yönetimi ve siyasi irade, TPAO'nun dikey entegre yapıya yeniden kavuşturulabilmesi yönünde bir hedefle hareket etmelidir. Bunun için TPAO'nun hem kurumsal yapısı hem de eksik kadroları tamamlanarak istihdam yapısı güçlendirilmelidir. Dikey entegrasyonun sağlanması için ilk adım, iki kamu kuruluşumuz TPAO ve BOTAŞ'ın birleştirilmesi olmalıdır.
TPAO'nun, siyasal müdahalelerden uzak, özerk bir şekilde faaliyet göstermesine ve hızlı kararlar almasına olanak sağlayacak bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Ancak bunun için, TPAO’nun özelleştirilmesi hiçbir şekilde düşünülmemeli, TPAO’yu güçsüzleştirecek her türlü düzenlemeden ise kaçınılmalıdır.
Bu görüşlerle oluşturulan ve yerelden ülke geneline doğru örülmesine karar verilen eylemlilik süreciyle Petrol-İş, önce üyelerimizi bilgilendirerek Mayıs ayı başından itibaren programa karşı etkin bir mücadele süreci ördü. (25.08.2014)

Aşkın Süzük / Petrol-İş Araştırma Servisi

9 Kasım 2017 Perşembe

"İŞTE DÜNYANIN 27 ŞEHRİNDEKİ ATATÜRK" - 10 KASIM 2017, NEREDEKAL.COM & TPAO EMEKLİLERİ

İŞTE DÜNYANIN 27 ŞEHRİNDEKİ ATATÜRK
Laik, demokratik, ileri, çağdaş ve modern bir hukuk devleti olan; Hakim ve hükümran Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, tam bağımsızlık, özgürlük ve kadim Türk Medeniyetinin kapılarını bizlere açan ve adını: Milli hafıza, milletin kalbi ve tarihe altın harflerle yazdırmış ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü aramızdan ayrılışının 79. yılında içten saygı, kalbi şükran, rahmet, dua ve minnetle anıyoruz.
Eserlerinin koruyucusu, emanetinin bekçisiyiz.
Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 79. Yılında, aralarında; Avustralya, Küba, Meksika ve Şili'nin de olduğu dünyanın çeşitli ülkelerinden 27 şehirde yer alan Atatürk ile ilgili büst eser, hizmet birimleri derlendi...

Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 10 Kasım’ın 79. yılında dünyanın çeşitli ülkelerinden  27 şehrinde Atatürk ile ilgili büst, Heykel, fotoğraf ve adının verildiği çeşitli birimleri derledi.
Her fotoğrafın altına bulunduğu yer ile ilgili kısa bilgilerin de verildiği 27 fotoğraftan oluşan çalışmada, aralarında; Avustralya, Küba, Meksika ve Şili'nin de olduğu dünyanın çeşitli ülkelerindeki eserler topluca sunuluyor.
İşte neredekal.com’un derlediği dünyanın çeşitli ülkelyerinden 27 şehirde bulunan Atatürk ile ilgili eserler:
1 – Yeni Delhi - Hindistan
Hindistan’ın başkenti olan Yeni Delhi’nin en işlek caddelerinden birinin ismi, Mustafa Kemal Atatürk Marg olarak adlandırılmış. 
2 – Sidney - Avustralya
Avustralya’nın Sidney şehrinde yer alan Hyde Park, Atatürk anıtına ev sahipliği yapıyor. Anıtın üzerinde Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı sırasında hayatını kaybeden Anzak askerlerine ait cenazelerin ülkelerine gönderilmesini isteyen annelere yazdığı mektup yer alıyor. Mektup, savaşın derin yaralarının iyileşmesi için adeta bir çağrı niteliği taşıyor.
3 – Bükreş - Romanya
Başkent Bükreş’te Mustafa Kemal Atatürk Meydanı ve meydandaki “Teatrul Odeon” tiyatro binasının hemen önünde Atatürk büstü yer alıyor. Büstün üzerinde ise hem Türkçe hem de Romence olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu” ve “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ifadelerine yer verilmiş.
4 – Havana - Küba
Havana’nın Puerto Caddesi’ndeki Plaza de Armas parkında, Atatürk heykeli yer alıyor. Havana devlet adamlarının isteği üzerine heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından 2011 yılında yapılan heykelde, ulu önderin “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü yer alıyor. Ayrıca belirtelim ki Küba’da, Atatürk’ten başka hiçbir yabancı devlet adamının heykeli bulunmuyor. 
5 – Budapeşte - Macaristan
Budapeşte’deki okullarda, Mustafa Kemal Atatürk özgürlük, cumhuriyet ve bağımsızlık sözleriyle adeta bütünleşmiş durumda. Bu nedenle şehirde yer alan çocuk parkı Naphegy Park’ta Atatürk’ün bir büstü yer alıyor. Üstelik büst Atatürk’e duydukları hayranlık nedeniyle Macarlar tarafından yaptırılmış.
6 – Yehud - İsrail
Yehud’da Arkadaş Derneği’nin bahçesindeki Atatürk anıtında “Türk Milleti ve Türki-ye’yi seven İsrail halkı sana ebediyen minnettar kalacaktır.” sözü yer alıyor. İsrail’in ilk Atatürk anıtı olma özelliğine sahip yapının açılışı, 2007 yılında yapılmış.
7 – Üsküp - Makedonya
Ülkenin hem başkenti hem de en gelişmiş şehri olan Üsküp’te Gostivar şehri sınırları içerisinde Mustafa Kemal Atatürk İlköğretim Okulu bulunuyor. Okulda Arnavut ve Türk öğrenciler eğitimlerini sürdürüyor. Ayrıca başkentte atanın ismini taşıyan bir de sokak mevcut. 
8 – Rotterdam – Hollanda
Hollanda’nın Rotterdam şehrinde “Atatürkstraat” caddesi bulunuyor. Caddenin tabelasının altında ise, Mustafa Kemal’in doğum ve ölüm yılının yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olduğu ifadesine yer verilmiş.
9 – Santiago – Şili
Şili’nin başkentindeki parklardan birinde yer alan Atatürk rölyefi, burada yaşayan halkın Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alması amacı ile belediye tarafından yaptırılmış. Rölyefte Atatürk’e duyulan hayranlık; “Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.”  sözleriyle ifade edilmiştir.
10 – Roma – İtalya
Roma’da geniş bir bulvara ismini veren Mustafa Kemal Atatürk adına bir de anıt yaptırılmış. Mermerden yapılmış olan ve açık bir kitap sayfasına benzeyen bu anıtta, Mustafa Kemal’in “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü İtalyanca olarak yazılmış.
11 – Bakü – Azerbaycan
Bakü Atatürk’ün isminin sıklıkla kullanıldığı yerlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki; şehirde Atatürk Parkı, okulu ve bir de büstü yer alıyor.
12 – Mexico City / Meksika
2003 yılında heykeltıraş Sait Rüstem tarafından yapılan Atatürk Anıtı, Çimento Müstahsilleri İşveren Sendikası Başkanı Ahmet Eren’in çabalarıyla Meksika’nın başkenti Mexico City’e götürülmüş. Şehirde Atatürk Anıtı’nın açılışı ise 29 Ekim 2003 yılında yapılmış olup, bugün hala Le Reforma caddesinde ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor.
13 – Washington – ABD
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 75. yılı olan 10 Kasım 2013 yılında Washington’da Atatürk heykeli yaptırılmış. Bölgenin önemli meydanlarından biri olan Sheridan Circle’da yer alan bu heykel, ABD’nin kamu alanında sergilenen ilk Atatürk heykeli olma özelliğini taşıyor. 
14 – Wellington – Yeni Zelanda
Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’ın güneyinde yer alan Tarakena Körfezi’nde Atatürk anıtı bulunuyor. Anıtın burada yer almasının sebebi olarak ise bölgenin Gelibolu Yarımadası’na benzemesi gösteriliyor. Ayrıca şehirde ulu önderin ismini taşıyan bir de park yer alıyor.
15 – Dakka - Bangladeş
Atatürk’ün izine rastlayabileceğimiz yerlerden biri de bir Güney Asya ülkesi olan Bangladeş. Ülkenin başkenti olan Dakka’da “Kemal Atatürk Avenue” isminde oldukça uzun bir cadde yer alıyor.
16 – Amsterdam – Hollanda
Amsterdam’da bulunan Atatürk anıtında, hem Hollandaca hem de Türkçe olarak ulu önderin, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözünün yanı sıra birlik ve beraberliği yansıtan ifadeler yer alıyor. Anıtta yer alan ifade ise şöyle; “Burada Atatürk yurdu vardı, bu yurtta Türkler yaşardı. Birlik, beraberlik ve mutluluk vardı, hatırlanmaları için bu anıt dikildi.”
17 – Astana – Kazakistan
Astana kentinin Yesil Nehri kıyısındaki parkta Atatürk heykeli yer alıyor. Heykelin açılışı ise 2009 yılında Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafında yapılmış.
18 – Bişkek – Kırgızistan
Bişkek’in Ahunbayev caddesinde yer alan parka 1995 yılında Atatürk ismi verilmiş, 10 Kasım 2015 yılında ise parka bir de Atatürk heykeli yaptırılmıştır.
19 – Santo Domingo – Dominik Cumhuriyeti
Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi Dominik Cumhuriyeti’nin başkenti olan Santo Domingo’da bir caddeye verilmiş.
20 – Wakayama – Japonya
Wakayama’nın kasabası olan Kuşimoto’da Türk Müzesi’nin içerisinde Atatürk heykeli yer alıyor. Heykelin üzerinde Mustafa Kemal’in imzası ve “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözüne yer verilmiş.
21 – Lima - Peru
Peru’nun başkenti olan ve yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip olan Lima’da da Atatürk büstü yer alıyor. Peru halkının, özellikle de kırsal kesimde yaşayanların Türklere sempati duydukları biliniyor.
22 – Albany - Avustralya
Avustralya’nın batısında yer alan Albany kasabasında yüksekçe bir küre üzerinde ve deniz kenarında yer alan Atatürk heykeli, 4.5 metre uzunluğa sahip. Oldukça etkileyici bir konumda yer alan heykelin yanı sıra bölgede bir de Atatürk Parkı bulunuyor. Albany ile Gelibolu Belediyesi 2003 yılında bir anlaşma imzalayarak “Kardeş Şehir” ilan edildiler. 
23 – Aşkabat - Türkmenistan
Türkmenistan’ın başkenti de Aşkabat da Atatürk Meydanı ve heykeline ev sahipliği yapan şehirlerden biri.
24 – Wroclaw – Polonya
Polonya’nın Wroclow şehrinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini bölgede yer alan bir meslek lisesine verilmiş. Okul 2008 yılında gerçekleştirilen ve aralarında Türk katılımcıların da bulunduğu bir davet ile ulu önderin ismini almış.
25 – Vise – Belçika
Belçika’nın Vise kentine bağlı Cheratte kasabasında Atatürk’ün ismi bir caddeye verilmiş. Caddenin adı Atatürk hayranı ve o dönem belediye başkanı olan Marcel Neven tarafından 2003 yılında “Place Ataturk” olarak değiştirilmiş.
26 – Karlsbad – Çekya
I.Dünya Savaşı sırasında böbrek rahatsızlığı geçiren Mustafa Kemal o dönem Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içerisinde yer alan Karlsbad’da tedavi görmüştür. Bugünkü adı Karlovy Vary olan şehirde Atatürk, Rudolfs Hof Pansiyon’da konaklamıştır. Sonraları Rus bir iş adamı tarafından satın alınan bu pansiyon Carlsbad Plaza Hotel olarak değiştirilmiş ve Atatürk’ün burada kaldığına dair bir levha asılmıştır. 
27 – Kabil – Afganistan
1983 yılında Afganistan’ın başkenti Kabil’de kurulan hastane 1991 yılında Türkiye-Afganistan arasında varılan bir mutabakat ile kapsamlı bir çocuk hastanesine dönüş-türülmüş ve ismi Atatürk Çocuk Hastanesi olmuştur.

27 Ekim 2017 Cuma

Türkiye, petrol aramada kendi göbeğini kendisi kesecek. TPAO, kendi sondaj gemisini satın aldı. Güney Kore yapımı DeepSea Metro 2 adlı derin deniz sondaj gemisiyle ilk sondaj, yılbaşında Akdeniz’de KKTC ve Türkiye karasularında başlayacak.

TPAO, "KENDİ DERİN DENİZ SONDAJ GEMİSİNİ" SATIN ALDI. İLK SONDAJ BU YILBAŞINDA!
(Deniz Ajans & Ulusal Ajans, 12.10.2017-10:15)
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü, bundan böyle deniz lokasyonlarında petrol aramada, yabancılara muhtaç olmayacak ve inşallah kendi göbeğini kendisi kesecek. Evet, Türkiye Cumhuriyeti "Milli ve Yerel Petrol Şirketi" Fakir-fukara, garip-gurabanın "ucuz petrol ve doğalgaz konusunda tek ve yegâne umudu" Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı TPAO, kendi sondaj gemisini satın aldı. Güney Kore yapımı DeepSea Metro 2 adlı derin deniz sondaj gemisiyle ilk sondaj, yılbaşında Akdeniz’de KKTC ve Türkiye karasularında başlayacak.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), kendi sondaj gemisini aldı. Hazırlıklar tamamlanınca ilk sondaj Akdeniz’de, Kıbrıs ve Türkiye karasularında yapılacak.
Daha önce petrol ve gaz aramaları için sismik arama gemisi sahibi olan Türkiye, sondaj faaliyetleri konusunda da kendi göbeğini kendisi kesmeye karar verip kritik bir adım attı. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) kendi sondaj gemisini satın aldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak bu bilgiyi, Antalya’da düzenlenen 8. Enerji Zirvesi sırasında yaptığı konuşmada paylaştı. Albayrak şunları söyledi: “Bu yıl bitmeden sondaj gemimiz geliyor. Yıl başından itibaren ilk Akdeniz sondajımızı yapacağız. Buradaki amaç ne? Artık biz istiyoruz ki bu alanda da kendi gemimizle kendi mühendislerimizle, (bilmediğimiz alanlar olabilir, 100 yıldır okyanuslarda petrol kuyuları işleten bir ülke değiliz ama) oraya gelmemiz lazım. Enerjiye her yıl bu kadar para ödüyorsanız ve etrafınızda da bu kadar kaynak varsa kendiniz bunu yapmanız gerekiyor. Dünyadaki petrol ve gazın üçte biri buradaysa o zaman biz de çok daha etkin, farklı metodlar uygulayarak, farklı yöntemler metodlar ile hareket etmeliyiz.”
“ÖZEL SEKTÖR DE DEVREYE GİRMELİ"
Türkiye’de bugüne kadar petrol arama konusunda iyi niyetli çalışmalar yapıldığını kaydeden Bakan Albayrak, Albert Einstein’in ünlü sözünü hatırlatarak “Ama hep aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar beklemek aptallık. O yüzden yeni yöntemlerle daha farklı ve iyi sonuçlar almayı hedefliyoruz” diye konuştu. Türkiye’de petrol aramada faaliyet gösterebilecek özel sektör şirketleri bulunduğunu da vurgulayan Albayrak şöyle devam etti: “Bu sektörde önce kendimiz, sonra özel sektör dediğimiz ikinci üçüncü taraflarla birlikte Akdeniz ve Karadeniz’de daha aktif bir sondajcılık geliştireceğiz. Böylece müthiş bir maliyet avantajı da sağlıyorsunuz. Başkalarının 10 TL’ye yapacağı şeyi daha ucuza yapabileceğiz. Bir de bakacaksınız, başkasının bir kuyuya harcadığı parayla siz iki kuyu açacaksınız. Bizim her kuruşumuz kıymetli, öyle kolay harcayamayız.”
“AKDENİZ’DEN UMUTLUYUZ"
TPAO’nun sondaj çalışmaları konusunda “Özellikle Akdeniz özelinde çok ama çok ümitliyiz, umutluyuz” ifadesini kullanan Bakan Berat Albayrak şöyle devam etti: “Gerek Kıbrıs karasuları, gerekse Türkiye karasularında olmak üzere en yüksek kaynak bulma ihtimali gördüğümüz yerlerden başlayarak kazmaya başlayacağız. Sonrası (ya nasip). Ya nasip demeden önce altını dolduracağız. Öyle kumarhaneye gidip zar atıyor gibi değil, tüm bilimsel altyapıyı, iki boyutlu üç boyutlu sismik analizleri önümüze koyup onlara bakarak, nokta atışı yapacağız inşallah. Süreç, yoluna girmiş sonuçlar doğuracak. Ümitliyim, özel sektörden de geldim. Hep somut ete kemiğe büründükten sonra ortaya koymayı tercih ederim. Halkımız şunu bilmeli ki sektörümüz bilmeli ki bunun altını sağlam şekilde doldura doldura ilerleyeceğiz.”
AKKUYU’DA BU YIL TEMEL ATILACAK
Enerji Bakanı Berat Albayrak, Mersin’de kurulması planlanan Türkiye’nin ilk nükleer santrali Akkuyu NGS’nin temel atmasını Türkiye ve Rusya devlet başkanları düzeyinde en geç yıl sonunda gerçekleştirmek için çalışmaların sürdürüldüğünü söyledi. Berat Albayrak, “Santralin ilk ünitesinin devreye gireceği tarih için hedefi 2023 yılı olarak belirledik. Cumhuriyetimiz için en anlamlı tarih. Cumhuriyetimizin 100. yılına, 29 Ekim 2023’e yetiştirebilirsek bizim için bundan daha onurlu, şerefli bir hediye olamaz Enerji Bakanlığı olarak” dedi. Albayrak ayrıca, inşaat iznine bağlı olarak en geç gelecek yıl temelin atılacağını da kaydetti.
SONDAJA BAŞLAMAK İÇİN 200 MİLYON DOLAR
TPAO’nun derin deniz petrol ve doğalgaz sondaj gemisi DeepSea Metro 2, Güney Kore yapımı ve Hyundai imzası taşıyor. Gemicilik sektörü otoritelerine göre DeepSeo Metro 2, gelişmiş sondaj gemilerinden kabul ediliyor. Enerji Günlüğü’nün edindiği bilgilere göre geminin TPAO’ya maliyeti sondaja başlamak için gereken ilave harcamalar dahil, 200 milyon dolar olduğu belirtiliyor. DeepSeaMetro 2 gemisi 12 bin fit deniz derinliği ve 40 bin fit sondaj derinliği özelliklerine sahip. (Kaynak: Mehmet Kara / DÜNYA-27 Ekim 2017, Ankara) 

11 Ekim 2017 Çarşamba

TMMOB JMO: "TÜRKİYE PETROLLERİ A.O. PARÇALANIYOR!.. TPAO ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN(BÖLME, PARÇALAMA VE PEŞKEŞ ÇEKME) ADIMLARI BİRER BİRER ATILIYOR"

TÜRKİYE PETROLLERİ A.O. PARÇALANIYOR!
TPAO ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN (MENFUR) ADIMLARI BİRER BİRER ATILIYOR
20 Temmuz 2017 tarih ve 30129 sayılı Resmi Gazetede, OHAL döneminde çıkarılan 2017/10472 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile ham petrol ve doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri kapsamında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına ait Sondaj, workover, kuyu tamamlama ve jeofizik operasyonları servis hizmetlerine ait her türlü araç, iş makinesi, kule, gemi, diğer ekipman, malzeme, sondaj park sahaları ve müştemilatı Turkish Petroleum International Company’ye (TPIC) bedelsiz olarak devredilmiştir.
Bu karar ile, ülkemizin ham petrol ve doğal gaz arama ve üretim alanında en önemli stratejik kamu kuruluşu olan Türkiye Petrolleri A.O. (TPAO) parçalanarak küçültülmüş ve özelleştirilmesi süreci hızlandırılmıştır.
1954 yılında kurulan TPAO’nun dünya petrol sektöründe olduğu gibi; önce arama, üretim, taşıma, rafinaj ve dağıtım bütünlüğü parçalanmış, sonra bünyesindeki İPRAGAZ, PETKİM, DİTAŞ, TÜPRAŞ, POAŞ birer birer özelleştirilmiştir. Daha sonra, Petrol Kanunlarında yapılan değişiklikler ile TPAO’nun devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunan bir kuruluş olduğu kanundan çıkarılmış, bundan kaynaklanan kamu yararına yönelik önemli ayrıcalıkları da kaldırılmıştır. TPAO; ülke enerji ihtiyacı gözetilmeksizin lime lime edilerek özelleştirilirken, ülkemizde bugün yılda ortalama 60 milyar dolar enerjiye kaynak aktaran ve dışa bağımlı bir ülke haline getirilmiştir. Oysa aynı süreçlerde kurulan ve ülkemiz gibi petrol üreticisi olmayan İtalya’nın devlet şirketi ENİ bugün arama, üretim, sondaj vb. teknik çalışmalarda dünyanın sayılı büyük firmalarından biri haline gelmiştir.
Ayrıca yakın zamanda, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Bakanlar Kurulu kararı ile, kendisine devredilen kurum ve kuruluşları istediği gibi satma ve devretme yetkisine sahip, hisselerinin tamamı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı`na ait olan her türlü denetimden de muaf olarak keyfi yönetimli “Türkiye Varlık Fonu A.Ş.’ne” devredilmiş; TPAO’nun halkın gözünden kaçırılarak gizlice özelleştirilmesinin bir zemini daha hazırlanmıştır.
TPAO üzerinde oynanan oyunlar bununla da bitmemiş; halen TBMM gündeminde olan İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı’na eklenen bir madde ile TPAO’da toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında çalışan personelin iş ilişkisi nedeniyle her türlü hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin dava ve işlerin iş mahkemelerinde görüleceği hükmü getirilerek; Anayasa’ya ve yargı kararlarına aykırı şekilde binlerce kapsam dışı kamu görevlisinin hukuki statüsünü değiştirilip iş güvenceleri yok edilerek kolayca işten çıkarılmalarının önü açılmıştır.
Son olarak yapılan sondaj, workover, kuyu tamamlama ve jeofizik operasyonları servis hizmetleri ve bunlarla ilgili her türlü personel, malzeme ve ekipmanın TPIC ‘e devreden düzenleme ile de en karlı kuruluşlarımızdan bir olan ancak, yetersiz yönetim anlayışı ile bilinçli olarak zarar ettirilen TPAO’nun özelleştirilmesi sürecinde sona yaklaşılmıştır.
Bu devir kararı ile, TPIC’in yurt dışı ve yurt dışında sahip olduğu petrol ruhsatları TPAO’ya devredilecek; bu hizmetlerde çalışan TPAO personeli de bir protokol ile zorunlu olarak TPİC’e geçecektir. Yine aynı karar ile, TPAO projeleri kapsamındaki bu hizmetler de ücreti karşılığında TPIC’ten alınacak ve TPIC adına tescil edilen petrol sahalarındaki üretimden TPIC gelir payı alacaktır.
Ülkemizde petrol arama ve üretiminde bugüne kadar yapılan jeofizik saha faaliyetlerinin % 85’ini, sondaj faaliyetlerinin % 60’ını kamu yararı doğrultusunda faaliyet gösteren bir kamu kuruluşu olarak gerçekleştiren TPAO’nun vermiş olduğu bu hizmetler, artık Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketine ait olan ve yurtdışında vergi cenneti adalarda bir offshore şirketi olarak kurulan Turkish Petroleum International Company’e (TPIC) devredilmiş olacak; TPAO’nun Türkiye’nin jeolojik olarak en riskli bölgelerinde, tartışmalı denizlerinde kar amacı gütmeksizin petrol potansiyelimizi ortaya koymak için yürüttüğü bu faaliyetler de artık son bulacaktır.
Diğer taraftan, TPAO bünyesinde bu hizmetleri yürüten ve kamu hizmetinden uzak, sadece kar odaklı özel sektör mantığıyla çalışan TPIC’e geçecek olan mühendis ve işçi tüm çalışanlar kazanılmış özlük haklarından yoksun, güvencesiz bir çalışmaya mahkum olacaklar; emekliliği dolanlar veya 55 yaşına gelmiş olanlar res’en emekli edileceklerdir.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bir kez daha ifade ediyoruz.
Ülkemizin zorlu jeolojik koşullarında kamu adına petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunarak; ülkemizdeki jeolojik saha faaliyetlerinin %90’ını, jeofizik saha faaliyetlerinin % 85’ini, sondaj faaliyetlerinin % 60’ını, ülkemizdeki ham petrolün %71’ini, doğal gazın %51’ini üreten, Azerbaycan projeleri kapsamında, bugün yerli üretimden daha fazla üretimi ülkemize kazandıran Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın özelleştirilmesine yönelik adımlara son verilmelidir.
İnsan kaynağı, ekipman ve teknik yetkinlik anlamında önemli bir birikime sahip olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın tasfiye edilmesine, küçültülerek yok edilmesine yol açan; Kurumun Türkiye Varlık Fonu A.Ş.’ne devredilmesinden, İş Mahkemeleri Kanun tasarısı ile personelin keyfi kararlarla tasfiyesinden, sondaj, kuyu tamamlama ve jeofizik hizmetlerinin TPIC’e devredilmesine yönelik kararlardan derhal vazgeçilmelidir.
Arama ve Üretim faaliyetlerinin ayrılmaz parçası olan sondaj, kuyu tamamlama ve jeofizik hizmetleri TPAO bünyesinde kalmalı; bir kamu kuruluşumuz olan TPAO, petrol arama, üretim, taşıma, rafinaj ve dağıtım bütünlüğü içinde ilk kuruluş yapısına yeniden kavuşturulmalıdır.
Enerjide yılda ortalama 60 milyar dolar açık veren ve dışa bağımlı hale getirilen ülkemizde; TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın özelleştirilmesine, ülkemizin göz bebeği olan TPAO üzerinde oynanan oyunlara dün olduğu gibi bundan sonra da karşı durmaya devam edecektir.
Bilimle, emekle, umutla, inatla..
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu 

RAPORU "OKUMAK İÇİN" LİNK: http://www.tmmob.org.tr/sites/www.tmmob.org.tr/files/turkiye_petrolleri_raporu_tmmob_2017.pdf

15 Eylül 2017 Cuma

"TÜRKİYE’NİN MUSUL VİLAYETİ PETROPOLİTİĞİ", Bekir Aydoğan / Ekopolitik Araştırmacıs (GÜNCEL'E DAİR HABER-MAKALE)

TÜRKİYE’NİN MUSUL VİLAYETİ PETROPOLİTİĞİ
Bekir Aydoğan / Ekopolitik Araştırmacısı
“Irak’ın önde gelen ihraç ürünleri marul ve salatalık olsa ve büyük petrol sahaları da Güney Pasifik’te yer alsa idi, ABD’nin yine de bu ülkeyi özgürleştireceğine inanmak için bizim yönetenlere sıra dışı bir teslimiyetimiz gerekirdi.”(1)
Vietnam Savaşı, Arap-İsrail çatışmaları, Körfez, Kosova ve Irak Savaşı’ndaki insan hakları ihlallerine muhalif duruşuyla bilinen Noam Chomsky; 2003 Irak Savaşı’na ilişkin 2006 yılında böylesi bir açıklama getiriyor ve bu sözler bize; ABD Başkanı Jimmy Carter’ın 23 Ocak 1980 günü,“Basra Körfezi petrolüne erişim yaşamsal bir ulusal çıkarımızdır. Bu çıkarımızı korumak için ABD, askeri güç kullanımı da dâhil her vasıtayı kullanmaya hazırdır.” (2) deyişini hatırlatıyor.
DÜNYA PETROL REZERVLERİNİN %69.7’SİNE SAHİP ORTA DOĞU
Bugün dünya petrol rezervlerinin %69.7’sini (3) oluşturan, siyasi çalkantı ve askeri müdahalelerin çok sık yaşandığı Ortadoğu; bundan yaklaşık 1 asır önce büyük ölçüde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunuyor, sahip olduğu stratejik konum ve yer altı zenginlikleri bakımından sanayileşen devletlerinin ilgisini cezbediyordu. Dönemin bu özellikteki bölgeleri, devletlerin buralarda izlenen politikalarını ve üstü kapalı da olsa geleceğe ilişkin planlarını belirlemede etkili oluyordu. Zira bugün olduğu gibi, 1980’lerde ve 20. yüzyılın başlarında da buna ilişkin izler bulabiliyoruz. Bu konuda dönemin İngiltere Donanma Bakanı Walter Hume Long, 23 Mart 1920 günü yaptığı bir konuşmada şunları dile getirmiştir; “Dünyadaki bilinen petrol yataklarını ele geçirebilirsek, dilediğimiz gibi kullanabiliriz. Eğer, Büyük Britanya ‘ele geçirilebilir’ petrol sahalarına sahip olma fırsatını elinden kaçırırsa, Hükümet ‘ulusal çıkarlar bakımından en uygun zamanda harekete geçmemekle suçlanacaktır.’
Olağan dışı fırsatların eşiğindeyiz; ya biz bu kapıdan girmek için gerekeni yapacağız veya başkaları girecek ve geleceğin anahtarına sahip olacaklardır.”(4) Aslında Carter ve Long’un bu sözleri; devletlerin petropolitiği, ‘ulusal çıkar’ kavramıyla ne kadar yakın tuttuklarını gösterir ve zaten 21. yüzyılın Avrasya üzerinde mücadele ile geçeceğini söyleyen Bill Clinton da, 20. yüzyılın Ortadoğu petrollerine yönelik savaşlarla geçtiğini dile getirmiş ve belki de bu öngörüyle geleceğin anahtarına sahip olma konusunda ülkesinin ciddiyetini ortaya koymuştur. Bu noktada ‘ulusal çıkar’olarak görülen petrol politikalarının güç uygulayarak değil, uluslararası antlaşmalar nezdinde sürdürülmesi ve ülkelerin iç işlerine müdahale olmaksızın izlenmesi gerektiği de söylenmelidir.
20. yüzyılın başlarına döndüğümüzde göreceğimiz manzara şudur ki; Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılmış geniş topraklarına rağmen bir türlü sanayileşmesini tamamlayamamış, petrol yatakları ve kullanım hakları ile ilgili açık ve net bir petrol politikası güdemediğinden hudutları dışında ve hatta içinde gerçekleşen petrol mücadelesinin uzağında kalmıştır. Önceleri Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan batılı ülkeler rakipleri arttıkça ve sömürge alanları daraldıkça bölge üzerinde kullanım hakları ve imtiyazlar edinmiş; üstelik süreç ilerledikçe bununla da yetinmeyerek menfaatleri doğrultusunda mutlak güce sahip olma düşüncesiyle hareket etmişlerdir.(5) Ticari anlaşmalar, demiryolu projeleri ve rekabet içerisinde olan petrol firmalarının mücadeleleri; tüm Ortadoğu’yu kapsamakla birlikte, dönemin hegemon ülkesi olan İngiltere’nin sömürge yollarına giden şimdiki Irak dâhilindeki Basra Körfezi’nde de gerçekleşiyordu.
İngiltere için Basra Körfezi’nin güvenliği denizden Kıbrıs Adası ile olduğu kadar da, karadan da Musul Vilayeti çevresiyle sağlama alınmalı ve bölgenin sahip olduğu yer altı zenginlikleri de mutlak suretle kullanılmalıydı. Bu amaçlar dâhilinde geçen Birinci Dünya Savaşı sonucunda Türkiye ile bir takım görüşmeler ve antlaşmalar yapılmış; Musul Vilayeti’nin statüsüne ve bölgeden elde edilen petrol üzerindeki haklara ilişkin kararlar verilmiştir.
Çizmiş olduğumuz temelden güçle, makalenin esas ayağını oluşturan Türkiye’nin Musul Vilayeti petrolü üzerindeki haklarına geçebilir ve batılı devlet adamlarının ‘ulusal çıkar’ şeklinde tanımladığı petropolitiğin ülkemiz tarafından Musul petrolleri için nasıl uygulandığını görebiliriz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞU VE MUSUL PETROLÜ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulumundan itibaren Osmanlı Devleti’nden kalma borçların ödenmesi, savaştan yeni çıkan bir milletin ülkeyi kalkındırması açısından olumsuz bir etken olmuş; öte yandan Musul petrolleri üzerinde Türkiye’nin 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’ndan doğan hakları, hem bu borçların ödenmesini hem de ülkenin kalkınmasını sağlayacak maddi gelirin umudu olmuştur. Bu noktada Ankara Antlaşması ve bu antlaşmanın içerisinde geçen 14 Mart 1925 tarihli Irak hükümeti ile -antlaşmanın imzalandığı tarihte hisselerinin çoğu İngilizlere ait olan ve adı 1929 yılında Irak Petrol Şirketi olarak değiştirilen- Turkish Petroleum Şirketi arasında yapılan antlaşma, Musul petrolleri üzerinde yapacağımız analizin odak noktasını oluşturmaktadır.
Başbakanlık Arşivi’nden alınan Ankara Antlaşması’nın petrol hisseleriyle ilgili 14. maddesini incelediğimizde konuya referans olabileceğini görebiliriz. Üçüncü Fasıl, Ahkâm-ı Umumiye Madde -14: Her iki memleket arasında menafi-i müştereke sahasını tevsi etmek maksadıyla Irak Hükümeti işbu muahedenin mevki’i meriyete vaz’ı tarihlerinden itibaren yirmi beş sene müddetle berveçh-i zir alacağı aidatın yüzde onunu Türkiye Hükümeti’ne tediye edecektir. 
A)14 Mart 925 tarihli imtiyaz mukavelesinin onuncu maddesi mucibince ‘Turkish Petroleum Campany’den,
B) Bâlâdaki imtiyaz mukavelesinin altıncı maddesi mucibince petrol ihraç edebilecek olan şirketlerden veya eşhastan,
C) Bâlâda zikredilen imtiyaznamenin 33. maddesi mucibince teşekkül edebilecek olan muavin şirketlerden.”(6) 5 Haziran 1926 tarihindeki Ankara Antlaşması’nın -“Türkiye ile İngiltere ve Irak arasında Türk Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Andlaşması”- 14’üncü maddesini şu şekilde açıklayabiliriz;
Irak Hükümeti, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak 25 yıl süre ile aşağıda gösterilen gelirlerin % 10’unu Türkiye Hükümetine ödeyecektir.
A) 14 Mart 1925 günlü Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 10. Maddesi uyarınca “Turkish Petroleum” Şirketinden,
B) Yukarıda anılan Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 6. Maddesi uyarınca petrol ihraç edebilecek olan ortaklıklardan ya da kişilerden, C) Söz konusu Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 33. Maddesi uyarınca kurulabilecek yan ortaklıklardan.(7) Ayrıca Türkiye, Irak gelirlerinden alacağı ‘royalty’ hakkından 5 Haziran 1926’dan itibaren 500.000 sterlin karşılığında 12 ay içinde vaz geçebilecektir.
Bu minvalde; 14 Haziran 1926’da Ankara Antlaşması Irak Meclisi tarafından kabul edildikten sonra Türk basınında Türkiye’nin 500 000 sterlin alarak %10’luk payından vazgeçtiği yazılmış ve bu haberlerin yanlış olduğuna dair açıklama 17 Haziran tarihinde Anadolu Ajansı vasıtasıyla yapılmıştır.(8) Bu konuda detaylı açıklamaların bulunduğu “İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik” adlı kitabın yazarı-20. ve 21. dönem Ankara Milletvekilliği ile Başbakan Yardımcılığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yapan- Hikmet Uluğbay’a göre Türkiye, Ankara Antlaşması’nın ekinde yer alan 500 bin sterlinlik toptan ödemeyi seçtiğine ilişkin olarak, antlaşmadan itibaren 12 ay içerisinde Irak Hükümetine bir bildirimde bulunmamıştır. Değiştirilen mektup notasında toptan ödemenin tercih edilmesi hâlinde bu seçimini 12 ay zarfında Irak Hükümetine bildirme zorunluluğu vardır. Türkiye, böyle bir bildirimde bulunmadığından, Turkish Petrol Şirketi’nin Irak Hükümeti’ne ödeyeceği royalti gelirinin yüzde 10’unu alma hakkını tercih etmiştir.
1934 yılında başlayan, 1958 yılına kadar Bütçe Kanunlarının, Devletin gelir kaynaklarının gösterildiği “B” Cetvellerine “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alacak” diye bir gelir kaleminin konulmaya başlanması ise buna somut bir kanıttır. Aynı alacak, 1959-1985 yılları arasında da Bütçe Kanununun metni içine bir madde hükmü olarak konulmaya devam etmiştir.
İkinci kanıt ise 1934-1954 dönemine ait “Kesin Hesap Kanunları”nda “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” hükmü çerçevesinde yapılan tahsilat rakamlarına yer verilmesidir.(9) Hem o dönemin resmi açıklamalarından hem de Hikmet Uluğbay’ın yaptığı araştırmalardan Türkiye’nin 500 bin sterlin ödemesini seçmediğini anlayabiliriz. Bu noktada Ankara Antlaşması’nda geçen Turkish Petroleum Şirketi’nin Irak petrolleri üzerinde sahip olduğu hakları, Türkiye’nin sahibi olduğu petrol gelirleri hakkını etkilediğinden, T.P. Şirketinin ne gibi haklara sahip olduğunu da vurgulamak gerekir. “Türk Petrol Limited Şirketi’nin Irak Hükümeti ile imzaladığı, 14 Mart 1925 tarihli Sözleşme’nin bazı maddeleri: Madde 1- Hükümet, şirkete aşağıda belirtilen şartlarda, petrol, nafta, doğalgaz, ozokerit (yermumu) maddelerinin ve türevlerinin aranması, çıkarılması, işletilmesi, taşınması ve satılması ile ilgili ticari faaliyetlerde bulunma ayrıcalık hakkını vermiştir.
Madde 3- Bu sözleşmenin ilişkili olduğu alan bundan böyle “tanımlanmış alan” olarak anılacaktır. Aksine hüküm olmadıkça, transfer edilmiş bölgeler hariç Irak’ı ve eskiden Basra Vilayeti olarak anılan bölgeyi kapsayacaktır. Irak’ın hudutları belirlendiğinde, “tanımlanmış alanın” sınırlarını açıkça belirleyecek ayrı bir sözleşme hükümet ile şirket arasında icra edilecektir.
Madde 10- Bu sözleşme ile tanınmış ayrıcalıkla ilgili olarak, şirket, hükümete birinci maddede belirtilen maddelerin tonu başına royalti ödemesinde bulunacaktır. Royalti aşağıdaki şekilde hesaplanacaktır; (1) İhraç için inşa edilecek boru hattının tamamlanmasından itibaren yirmi yıl süre ile ton başına dört (altın) şilin olacaktır.” Bu konuda Uluğbay’a göre; Irak Hükümeti ile Türk Petrol Şirketi arasında imzalanan 14 Mart 1925 tarihli Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi ile ayrıcalık hakkının kapsamı belirlenmiştir. Buna göre, Irak Hükümeti, ülkesinde şirkete “petrol, nafta, doğalgaz, ozokerit (yermumu) maddelerinin ve türevlerinin aranması, çıkarılması, işletilmesi v.b. ticari faaliyetlerde bulunma hakkını” vermiştir.
Görüldüğü üzere, Irak Hükümeti’nin, dolayısı ile Türkiye’nin royalti hakkı sadece petrolle sınırlı olmayıp, sayılan bütün maddelerle ilgilidir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 3. maddesine göre royalti sadece Musul Vilayeti’ni değil, tüm Irak topraklarında yukarıda sayılan maddelerin işletilmesi ve ticaretini kapsamaktadır.(10)
İhsan Şerif Kaymaz’a göre ise Irak hükümeti ile Turkish Petroleum Şirketi’nin arasındaki anlaşmanın esasları şu şekildedir: Irak Hükümeti’nin T.P.C.’nin yönetim kurulunda oy hakkı bulunmayacak; yalnızca şirketin üretim alanını ve yönetim bürolarını denetleme yetkisi olacaktı. Bir başka deyişle Irak, şirketin, üretim, işletme ve dış satımla ilgili karar sürecinin dışında bırakılıyordu. Ayrıcalık alanı, Basra Vilâyeti’nin bir bölümüyle transfer edilen topraklar dışındaki Irak arazisinin tamamını kapsıyordu. Bu, Irak’ın toplam yüzölçümünün üçte ikisine denk gelen bir alandı. Ayrıcalığın süresi yetmiş beş yıl olacaktı.
Şirket, 1927 yılı Kasım ayına değin, kendi belirleyeceği, her biri sekiz mil kare alanındaki yirmi dört üretim bölgesinde çalışmalara başlayacak; 1931 yılı Mart ayına dek toplam 36.000 feet, yaklaşık11.500 metre derinliğinde test sondajı tamamlanacak; izleyen her yıl da 12.000 feet yaklaşık 4.000 metre yeni sondaj yapılacak; bu işlem, petrol alanları işletmeye açılıp, petrolün boru hatlarıyla uygun limanlara ulaştırılmasına dek sürdürülecekti. Test sondajı tamamlandıktan sonra dört yıl içinde yani 1935 yılı sonuna değin petrolü denize ulaştıracak boru hatları yapılacaktı. Şirketin, petrolün çıkarılması, işletilmesi, depolanması ve nakliyesi için getireceği her türlü araç-gereç, gümrük vergi, resim, harçlarından; şirketin üretip satacağı petrol de dış satım vergisinden muaf tutulacaktı. Irak’a üretilen petrol için ton başına dört şilin royalty ödenecek; söz konusu ödeme, boru hattının tamamlanmasından başlayarak yirmi yıl süreyle (yani kabaca 1955 yılı sonuna dek) yapılacaktı. Yirmi yılın sonunda royalty miktarı kazanç-kayıp oranına göre artırılacak ya da azaltılacaktı. Bu süre boyunca, Irak’ın iç gereksinimleri karşılanmadan dışarıya petrol satılmayacak, yetmişbeş yılın sonunda Irak, şirketin, ülkedeki tüm taşınmaz mal varlığının sahibi sayılacaktı.(11)
Görüldüğü gibi Türkiye’nin elde edeceği petrol gelirleri Uluğbay’a göre Irak’ın tümünü kapsamakla birlikte geliri ödenecek ürün sadece petrol ile sınırlı değildir ve royalty birim miktarı, ilk yirmi yıl için sabitlenmiştir. Kaymaz’a göre ise Irak’ın toplam yüzölçümünün üçte ikilik kısmını kapsamaktadır.
Bir diğer önemli konu ise Türkiye’ye ödemelerin ne zaman yapılacağı ile ilgilidir. Ankara Antlaşması’nın 14. Maddesi’nde bu konu her ne kadar antlaşmanın imzalanmasına müteakip şeklinde belirlenmişse de, petrolün transfer edileceği boru hatları henüz tamamlanmadığından bu konu, Irak Hükümeti ile Irak Petrol Şirketi arasında 19 Mayıs 1931 günü yapılan ek sözleşmeyle ele alınmıştır. Buna göre şirket, Irak Hükümeti’ne boru hattının tamamlanmasına kadar her yıl 400 bin sterlin ödemesi yapmayı kabul etmiş ve ödenecek miktarların yarısı ileride ödenecek royaltiden mahsup edilmiştir. Uluğbay’a göre Türkiye ile Irak arasında 11 Ocak 1932 tarihinde imzalanan bir antlaşma çerçevesinde değiştirilen mektup notası, royalty ödemelerini 1931 yılında başlatacak belgeler içeriyor ve bu nedenle Türkiye 1931-1955 yılları döneminde 25 yıl süre ile royalty tahsili elde etmesi gerekiyordur.
Boru hatlarının tamamlanma tarihi Uluğbay’a göre 1934 yılında gerçekleşmiştir ve bu sebepten ötürü 1935 yılında başlanacak ödemeler, Türkiye ile Irak hükümeti arasındaki anlaşma gereğince 1931 yılında başlatılmıştır. Prof. Dr. Nevin Coşar’a göre; Türkiye, 1931 yılından 1951 yılına kadar 1945 yılı hariç ödemeleri tahsil etmiş, 1954 yılında ise 1945 yılında ödenmeyen ücretin yerine Irak hükümetince Türkiye’ye bir ödeme yapılmıştır. Ayrıca 1931’de tahsilatın başlamış olmasına rağmen Irak hükümeti, ödemenin Ankara Antlaşması’nı müteakip 25 yıl süreceğini iddia ettiğinden ödemeleri durdurmuştur.(12) Hikmet Uluğbay, Nevin Coşar’dan farklı olarak royalty(13)ödemelerinin 1935 yılında tamamlanan boru hattından dolayı 1931 değil de 1935 yılında başladığını, ondan öncekilerin T.P Şirketi’nin Irak hükümetine ödediği avans gelirleri olduğunu yazmıştır. Ayrıca Uluğbay hazırladığı ödemeler tablosuna(14) göre, Türkiye’nin 3,5 milyon sterline karşılık gelen bir tahsilat yaptığını; ama 26 milyon sterlin değerinde alacağının da var olduğunu ileri sürmüştür. Dolar olarak düşünüldüğünde bu tutar; 72.8 milyon, günümüz petrol değerleri üzerinden hesaplandığında 755.2 milyon ve 1955 yılı sonrası faiz oranlarını kullanarak hesaplandığında ise 1.644.7 milyon dolar olarak karşımıza çıkıyordur.(15)
Yine Uluğbay’a göre, 1950’li yıllarda Irak’ın ödemeleri yapmamasında Türkiye’deki hükümet değişimleri ve Amerika tarafından yapılan Marshall Planı dahilindeki mali yardımlar da etkili olmuştur.
İlhan Uzgel ve Ömer Kürkçüoğlu ise; Hikmet Uluğbay’ın konuyla ilgili yaptığı araştırmaları en güncel çalışma olarak nitelemiş ve ek saptamalarda bulunmuşlardır. 
1954-1955 döneminde Türkiye Irak’la birlikte Bağdat Paktı’nı kurduğu için ilişkiler iyileşmiş, 1958’e kadar bu fasıl (Türkiye’nin Irak’tan alacakları) bütçeden çıkartılmış, fakat 1959 bütçesine tekrar konulmuştur. 
Çünkü 1958’de bu ülkede General Kasım darbesi yapılmış bulunmaktadır. Yalnız, darbeden sonra, artık bu alacak bütçedeki gelir cetveli içinde değil, ayrı bir bütçe maddesi olarak gösterilmiştir. Bundan amaç, bütçe maddeleri TBMM’de ayrı ayrı tartışıldığından, konunun altını çizmek ve alacağı daha güçlü dile getirmektir.
Bu uygulama da 1980’lere dek devam etmiş; fakat Özal iktidarı sırasında Orta Doğu ülkeleriyle ve özellikle Irak’la ticari ilişkiler geliştirildiği için tahsil edilmeyen; ama Türkiye’nin bu alacağını unutmadığını gösteren söz konusu madde; Hazine, Dışişleri Bakanlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın da olumlu görüşleriyle 1986’dan itibaren bütçeden çıkarılmıştır.(16)
Türkiye’nin 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması ile elde ettiği petrol gelirlerinin kendisine tam olarak ödenmediği mevcut belgeler ışığında ortadadır. Hikmet Uluğbay, Nevin Coşar ve konuyla ilgili araştırma yapan birçokları, alacak rakamları konusunda somut verilere ulaşmışlardır. Bahsi geçen miktarlar Türkiye’nin kalkınmasına ve gelişme hızına olumlu etki edecek yönde olmakla, Türk Dışişleri’nin dikkatinden kaçmayacak ‘ulusal çıkar’ nispetindedir.
*Bekir Aydoğan/Ekopolitik Araştırmacısı
Kaynakça:
[1]-Buncombe Andrew, “Saddam: The question that will live on”, The Independent Online December 30, 2006
[2]-Klare T. Michael, “Blood and Oil”, Metropolitan Books, s. 46.
[3]-http://www.opec.org/opec_web/en/data_graphs/330.htm
[4]-Hornbeck Stanley K., “The Struggle for Petroleum”. The Annals of The American Academy of Political and Social Sciences Cilt CXII, Mart 192, s. 164.
[5]-Ayrıntılı bilgi için bkz: Bekir Aydoğan, 20. Yüzyıl Başlarında Petrol ve Ortadoğu
[6]-26 Temmuz 1946 tarihli Başbakanlık Yazı İşleri ve Sicil Müdürlüğünden çıkmış, Türkiye – İngiltere ve Irak Hükümetleri Beyninde Ankara’da 5 Haziran 1926 Tarihinde Münakit Hudut ve Münesabat-ı Haseney-i Hemcivarî Muahedenamesi (Kanun: 911) Konulu Arşiv Belgesi, Dosya No: 402A254, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 226.522..15. numaralı arşiv belgesi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Ankara.
[7]-Soysal İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 313.
[8]-Tahir Kodal, Musul Sorunu (Türk Basınına Göre, 1923-1926), Ankara, 2002, s. 413.
[9]-Ayrıntılı Bilgi için Bakınız: Global Enerji Dergisi, 20. Sayı, Irak Petrolleri ve Royalti Alacakları
[10]-Uluğbay Hikmet, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ayraç Yayınları 2003, s. 517.
[11]-İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu, s. 559.
[12]-Ayrıntılı tablo için bakınız: Nevin Coşar, “Musul Petrollerinden Türkiye Bütçesine Gelen Paralar”, Tarih ve Toplum Dergisi, c. VII, No: 38, İstanbul, 1977, s. 14.
[13]- “ Türkiye’ye Irak petrol üretiminden ödenmesi gereken %10’luk hisse”
[14]-Uluğbay, a.g.e
[15]-Ayrıntılı bilgi için bakınız: Uluğbay, a.g.e. , s. 456. ,457.
[16]-Baskın Oran, ed., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar I.Cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s. 269. , 270.
***
Aşiret reisi olmaya dahi karakter ve kabiliyeti kifayet etmeyen Çapulcu Barzani'ye: "STATÜKO ANTE" mutlaka dayatılmalı; İki Yüzlü Kalleş ve Küstah ABD'ye: "Küre, DİYARBAKIR Kaçak Üssü ve İNCİRLİK'e" ACİLEN, DERHAL ve MUTLAKA KAPATMA" Yaptırımı Uygulanmalıdır. 
BARZANİ’YE KARŞI ELİMİZDEKİ BÜYÜK KOZ: "STATÜKO ANTE"
AHMET TAKAN
Çapulcu başı Barzani, ateşe odun taşımakta ısrarcı… Küstahça meydan okumaya devam ediyor. 25 Eylül’de Kuzey Irak’ta bağımsızlık konusunda referandum düzenleyeceğini her gün papağan gibi tekrarlıyor. Dış destekçileri hepinizin bildiği gibi. Sırtını sıvazlayıp duruyor!.. İran referanduma şiddetle karşı çıkıyor. Peşmerge paçavrasını Türkiye’de göndere çeken AKP iktidarı sessiz kalarak çapulcu başına ve sözde Kürt devletine desteğini sürdürüyor. Peki, bu duruma karşı, Türkiye çaresiz mi?.. Eli kolu bağlı mı?.. Uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hakları yok mu?.. Tabii ki var. Hem de kapı gibi!.. Ama bunların gündeme getirilmesi ve harekete geçilmesi için önce millî bir Hükümet gerekli.
Bu kirli oyunun perde arkasını daha da netleştirmek için yıllar öncesine dönelim;
Sene 2002… ABD’nin Bahreyn Manama’da konuşlu 5’inci Deniz Kuvvetleri Filosu’nun Komutanı Koramiral Timoty Keatings, Ürdün Amman’da katıldığı bir resepsiyonda Türk Askeri Ataşesi’ne önemli açıklamalarda bulunur… Koramiral Keatings, "ABD’nin, İngiltere ve Türkiye ile birlikte Irak’ta savaşa girmek istediğini ve Saddam yönetiminin devrilmesi sonrasında Irak’ı üçe bölerek kuzeyde Kürt Devleti orta bölgede Sünni Devleti ve güneyde Şii Devleti kuracaklarını" söyler.
Türk Askeri Ataşesi’nin, "Kuzey Irak’ta 3,5 milyon Türk var, onlar ne olacak?" sorusuna verilen cevap daha da ilginçtir. Keatings, "Kuzey Irak’taki Türkler, kurulacak Kürt Devletinin egemenliği altında yaşarlar, beğenmezlerse Türkiye’ye giderler" der. Bunun üzerine Türk Askeri Ataşesi, şiddetli bir tepki gösterir, "Irak’ın üçe bölünmesi halinde 5 Haziran 1926 Antlaşması’nın geçerliliğini yitireceği ve ‘statüko ante’ye dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesinin Türk toprağı olacağını" ABD’li generalin suratına haykırır. Türk Askeri Ataşesi’nin, "ABD’nin kurmak istediği devlet Kürt Devleti mi yoksa İkinci İsrail Devleti mi" sorusuna karşılık olarak Koramiral Keatings, "yorum yok" demekle yetinir, pabucun pahalı olduğunu görünce hemen oracıktan sıvışır!..
Merak ettiniz değil mi bu Türk Askeri Ataşesi’nin kimliğini?.. YENİÇAĞ okurları çok yakından tanır. Yıllardır Ege’deki adalarımızın Yunanistan tarafından nasıl işgal edildiğini belgeleriyle ortaya çıkaran ve yılmadan mücadelesini sürdüren, Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay AlbayÜmit Yalım.
Yıllar önce, bizzat kendisinden dinlediğim bu olayı yazmak için müsaadesini aldığım Ümit Yalım ile, "Barzani’nin karşısında Türkiye çaresiz mi?"yi konuştuk. Yalım, tarihi gelişimi sıraladıktan sonra" Bağımsız Kürt Devleti" ifadesinin tamamen paravan olup Kuzey Irak’ta kurulacak olan İkinci İsrail Devleti‘ni gizlemek için kullanıldığının altını çizdi, "referandumun gerçekleşmesi ve bağımsız devlet kurulmasına karar verilmesi halinde Türkiye ve İran, İkinci İsrail Devleti ile komşu olacak"dedi. AKP iktidarının da Barzani’ye zemin hazırladığını örnekleriyle anlatan Ümit Yalım şunları söyledi:
"Amerika, Irak Savaşı sonrasında Saddam yönetimini devirdikten sonra, Kerkük-Ürdün-Hayfa/İsrail Petrol Boru Hattını açmak istedi. Ancak Ürdün Hükümeti boru hattını açmayı kabul etmedi. Amerika, Ürdün’ün açmadığı petrol boru hattı yerine daha kolay bir yol seçti ve petrolün Türkiye üzerinden Akdeniz’e çıkarılmasını sağladı. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, boru hattını işletmeye açarak Barzani yönetimine hayat öpücüğü verdi ve İsrail’in petrol maliyetlerini düşürdü. Barzani, PKK terör örgütüne silah, mühimmat, yiyecek ve giyecek desteği sağlıyor. Yani Türkiye üzerinden Akdeniz’e çıkarılan petrol, Mehmetçiğe kurşun olarak geri dönüyor."
"Kuzey Irak’ta İkinci İsrail Devletinin kurulması halinde Irak’ın güney bölgesinde bulunan Şiilerin de İran ile birleşmesi kaçınılmaz bir durumdur. Böyle bir birleşme bölgedeki gerilimi iyice artıracaktır" diyen Ümit Yalım, Türkiye’nin haklarını nasıl savunabileceğini tane tane anlattı:
"Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması, 5 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalanmıştır. Antlaşmanın1’inci maddesi ile Türk-Irak hududu, Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinleşmiştir. Kuzey Irak’ta bağımsız bir devlet kurulması halinde1926 Ankara Antlaşması ile Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ortadan kalkmış olacaktır. Böyle bir durumda ‘statüko ante’ye dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesi yeniden Türk toprağı olacaktır.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye, 1926 Ankara Antlaşması’nın tarafları olan İngiltere ve Irak nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmalı, tarafları referandumun neden olacağı vahim sonuçlar konusunda uyarmalı ve referandumun yapılmasına kesinlikle engel olmalıdır.
Türkiye, İngiltere ve Irak’ın yeterli tepki vermemesi halinde 29 Mart 1946 Türkiye-Irak Dostluk ve iyi Komşuluk Antlaşması’nın 11’inci maddesinden kaynaklanan hakkını kullanarak uygun tedbirlerle referanduma engel olmalıdır. Anılan madde Türkiye’ye, Irak’ın ülke bütünlüğüne yönelik hareketlere karşı engel olma yetkisi vermektedir.
Kuzey Irak-Ceyhan boru hattı derhal kapatılmalı; Barzani’nin Türkiye’de bulunan paravan şirketlerine el konulmalıdır.
1926 Ankara Antlaşması’nın taraflarına, ABD ve Birleşmiş Milletler’e, Kuzey Irak’ta referandum yapılması halinde Türkiye’nin "statüko ante"den kaynaklanan hakkını kullanacağı diplomatik nota ile duyurulmalıdır." 
Lozan’ı beğenmeyenler!.. Her şey ortada… Haydi bakalım görelim sizi!..

18 Ağustos 2017 Cuma

BATMAN'DAN YÜKSELEN BİR ÇIĞLIK "TP'DE NEREDEN NEREYE !..." HABER: ARİF ARSLAN

TP’DE (TPAO'DA) 
NEREDEN NEREYE!..
Arif ARSLAN
haber.gazete@hotmail.com 
(BATMAN: 07 Ağustos 2017)
Türkiye Petrollerinin daha da küçülmemesine karşı son günlerde bazı STK ve Oda Başkanlarının temsilcilerinin peş peşe açıklamaları dikkat çekici. Geç kalmış açıklamaların hiçbir karşılığı ve değeri de olmaz.
Türkiye Petrolleri küçülürken, petrol emekçileri hızla emekliye doğru giderken, Batman ne yazık ki sınıfta kaldı.
SINIFTA KALAN İL’İZ
Batman’ı var eden 63 yıllık Türkiye Petrolleri, artık küçük bir Üretim ağırlıklı İşletme konumunda.
Türkiye Petrollerinin daha da küçülmemesine yönelik şu günlerde bazı STK ve Oda Başkanlarının açıklamalarının bir karşılığı da olmaz. Çünkü bu şehirdeki STK’lar, Türkiye Petrolleri konusunda sınıfta kaldı.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kaldırıldı, yerine ‘TP’ geldi. Çalışanların çoğu artık ya ‘TPİC’ çatısı altında görev yapacak ya da gönüllü esaslı emekliliği tercih edecek.
Petrol emekçilerinin 3’te biri şu günlerde emekliliği düşünürken, bazı STK ve Oda temsilcilerinin desteği ne yazık ki vitrine yöneliktir.
Türkiye Petrollerinin küçüldüğü dönemde eylemlerde yalnız bırakılan Petrol-İş sendikasıydı. Buradaki petrol kuruluşları küçüldüğünde Batman sınıfta kalmıştı.
TP İşletme Müdürlüğü’nün başına yerli bir yönetici atandı ama o’nun elinde de sihirli bir değnek yok.
Batman Bölge Müdürlüğü’nde 1300 işçi yakında 1000’nin altına düşecek.
Nereden nereye…
Batman; Petrol-İş hareketine önemli isimler kazandırmış bir İl olmasına rağmen, Türkiye Petrollerinin küçülmesinde ve petrolcülerin eyleminde sınıfta kalmıştır. Emekçi kesim yalnız bırakıldı. O bildiğimiz Batman’ın lokomotifi sayılan o eski TPAO artık yok.
Küçük bir işletme Üretim Müdürlüğü kaldı Batman’da. Bu kuruluşa şu günlerde sahip çıkılmazsa çok değil, 5-10 yıl gibi bir süreçte ‘Kara altın’ın başkenti unvanından da olacağız. Resmi Gazete’de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kararının kaldırılmasının ardından bir süredir sessizlik içinde olan ve STK temsilcilerinin peş peşe basın açıklamaları vitrine yönelik değil de nedir?
Yazık, çok yazık…
KENDİLERİNİ BATMANLI GÖRMEYENLER
Ne yazık ki bu şehirde yaşayanların büyükçe bir bölümü kendini Batmanlı görmüyor.
Bu sorunla ilgili çokça yazıyoruz.
63 Yıl önce ‘Kara altın’ın bulunmasıyla bu şehir bölgenin dört bir yanından göç aldı. Komşu il Diyarbakır’ın Bismil ilçesinin Tepe beldesindenim ama merhum babam bizi 3-4 yaşında iken buraya getirdi.
O gün bugün hep kendimi Batmanlı olarak tanımladım.
Çünkü içimde hep Batman’a bir bağ vardı.
Çevremde böyle olmayanlara hep içerlendim.
İnsanlar 50-60 yıl önce buraya göç etmiş, çocukları burada doğmuş, büyümüş. Burada torun sahibi olmuş. Kendini geldiği yerle tanımlıyor.
Bırakın 50-60 yılı daha öncesinden bile buraya gelenler bile kendilerini geldikleri yerin bir parçası görüyor.
Arabasının plakasında bir şekilde geldiğinin ‘il’i olsun’ istiyor.
Bu şehrin aldığı göçler bölgenin dört bir yanıyla sınırlı kalmamış, Kuzey Irak’tan Suriye’ye kadar her taraftan göç almış bir şehir.
Dolayısıyla göçle gelen insanların kendi kültürlerini yaşatma çabalarını anlıyorum ve de saygı duyuyorum…
Ancak bu şehrin de bir kültürü, bu şehrin de bir halkı olmalı.
Bu şehirde yaşayan yüz binler, kendini ‘Batman’lı olarak tanımlamalı.
Bu şehrin geleceğinde kendini Batmanlı olarak tanımlayanlar söz sahibi olmalı.
Bu şehrin çocukları, ancak 72 plakayla gurur duymalılar.
72 sevgisi, Batman aşkı için bu şehri yönetenler kafa yormalı.
İnsanların kendilerini buraya ait hissetmeleri için çaba gösterilmeli.