16 Şubat 2018 Cuma

Türkiye vs GKRY Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığının Boyutları

Türkiye ve GKRY Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığının Boyutları: 
Türkiye ve Güney Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanları meselesi 2003 yılında Mısır ile imzalanan sözde münhasır ekonomik bölge anlaşması ile başlamıştır. Söz konusu ihtilafın devamında, Güney Kıbrıs’ın ilan etmiş olduğu sözde MEB alanları içerisinde 2007’den bugüne uluslararası enerji şirketleri ile ruhsatlandırma antlaşmaları yaparak Türk kıta sahanlığı ve Kıbrıs Türklerinin haklarını görmezden gelen tutum içerisinde bulunmuştur. İlaveten Türk deniz yetki alanlarının 2002’den bugüne fiili delme girişimleri gerçekleşmiştir. Tüm bu ihtilaflar yanında Güney Kıbrıs Arama Kurtarma Bölgesi Koordinatlarının Türkiye ile çakışmaktadır. Ayrıca Rumların SAR faaliyetlerinin yürütüldüğü Zenon Merkezi çerçevesinde güney Kıbrıs’ın sözde MEB alanlarını koruma adına uluslararası ölçekli askerileşme (silahlanma ve askeri anlaşmalar, tatbikatlar) faaliyetlerini Türkiye aleyhine bulunmasıdır. Deniz Alanları ile ilgili diğer mesele Güney Kıbrıs’ın Türkiye’nin Deniz alanlarında seyir uyarıları yayımlarını (NAVTEX) tanımamasıdır. Tüm bu sorunsallıklara ilave olarak Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın Yunanistan, Mısır’ı da kapsayacak üçlü bir MEB sınırlandırma antlaşmasını gerçekleştirme niyeti ve adanın kuzeyin de kapsayan deniz alanlarının coğrafi koordinatlarını kendi bölgeleri gibi BMGS’ne tevdi etme niyeti ile Türkiye’yi Akdeniz’de Antalya Körfezine kapatma çabaları yatmaktadır. Güney Kıbrıs’ın gerçekleştirdiği sözde MEB sınırlandırmasında sadece ortay hat üzerinden ve düz esas hatların kullanımı ile sınırlandırma yoluna gitmesinin BMDHS’nin sınırlandırma hükümleri, uluslararası hukuk, örf adet hukuk ve içtihat hukuku kapsamında tamamı ile uluslararası hukuka aykırılık içeren eylemlerde bulunmaktadır. FIR hattı üzerinde de bölgede yer alan uyuşmazlık Kıbrıs meselesinin de eklemlenmesi ile kompleks yapıya bürünmüştür.
Yakın bir zamanda, Güney Kıbrıs’ın sözde ilan ettiği MEB alanları içerisinde bulunan 3. Bölgede yer alan sondaj krizi esasen yukarıda belirtilen yasadışılıkların bugün ki yansımasıdır. Türkiye kıyı uzunluğu olarak Akdeniz’de yer alan en büyük ülkelerdendir. Dolayısıyla bölgesel haklarını her koşulda koruma kararlılığını da yürütmektedir.
2018 yılının başlaması ile TC Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın “en kısa zamanda Akdeniz’de sondaj gemilerinin gönderileceğini” belirtmesinin ardından Şubat ayının ilk gülerinde Kathimerini gazetesine konuşan TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Güney Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon aramalarına ilişkin “6’ncı parselde keyfi hareketlere izin verilmeyeceğini, en kısa zamanda Ankara’nın da sondajlara başlayacağını” duyurmuştur. Son günlerde Yunanistan’ın Kardak kayalıklarını ve Türk karasularını delme girişimleri karşısında TC Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın da Ege’ye ani ziyaret gerçekleştirerek “Gerek Ege gerekse Doğu Akdeniz’deki haklarımızın korunmasında kararlıyız” çıkışında bulunması Türkiye’nin Afrin operasyonununu fırsat sayan ve eş zamanlı hareket eden Rum-Yunan’a karşı uyarı olmuştur. Nihayetinde TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Yunanistan’a: “Bizim için Afrin neyse, Ege ve Kıbrıs’taki haklarımız da odur” mesajını göndermesi ile sonuçlanmıştır. Görüleceği üzere Güney Kıbrıs ve Yunanistan Türkiye’nin ve hatta Kıbrıs Türklerinin bölgesel haklarını görmezden gelerek, uluslararası hukukun ilkelerini yok sayan bir keyfiyetle hareket etmesine karşı Türkiye kararlı bir duruş sergilediğini göstermektedir. Nitekim bu açıklamalardan sonra, Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Türkiye’yi tehdit eden bir tutumla, Ege Denizinin “ülkesinin egemenlik hakkı” olduğunu ve bunun ayni zamanda “AB deniz sınırı da olduğunu, yaşananlara Yunanistan’ın göz yummayacağını, kendilerinin oyunlar oynayan bir ülke olmadığını belirtmesi”, esasen Yunanistan’ın AB’ni de yanına alarak önümüzdeki günlerde Türkiye’ye karşı hareket etme niyetlerini yinelediklerini göstermektedir.
NAVTEX Krizi
İtalyan şirketi ENI’nin GKRY’nin sözde MEB’i içerisinde tanımlanan 3. Blokta sondaj yapmasına Türk deniz kuvvetlerince müsaade edilmemesi, Rum yönetiminin protestolarına sebep olmuştur. Oysa Türkiye önceden Antalya istasyonundan yayımlanan NAVTEX 0153/18 (seyir uyarısı) ile Akdeniz’de askeri tatbikat yapacağını (Pazartesi-12.02.18 faaliyete geçilmeye başlanmıştır) duyurmuş ve hatta Rum yönetimi söz konusu NAVTEX’leri tanımadığını açıklamıştır. Türkiye’nin bu çıkışı bölgesel hakların ve uyarılarının dikkate alınması yönünde uluslararası hukuka uygun bir adımla gerçekleşmiştir. Zira NAVTEX’in başka bir deyişle seyir bildirilerinin yayınlanması; Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’na ulaşan bilgilerin gerekli değerlendirilmeleri yapıldıktan sonra; TRT Radyolarının 1’inci programından, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü Telsiz İşletme Müdürlüğü sahil telsiz istasyonları yayım peryotlarından, Türkiye NAVTEX istasyonlarından, gerektiğinde NAVAREA III saha koordinatörlüğünce (NAVAREA III web sayfasından), denizcilere duyurulmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz’deki Navtex yayımı da Antalya istasyonundan duyurulmuştur. Bunun geçersiz olduğunu iddia eden güney Kıbrıs yönetimine cevaben Türk Deniz Kuvvetleri Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığınca Seyhidda Denizcilere Bildiri Numarası: 0219/18 ile Akdeniz’de 1. Larnaka Radyo 076/18 no.lu Navtex duyurusunda “Kıbrıs” 1960 yılında kurulan devlet ile aynı olmadığı, bu nedenle, Türkiye, “Kıbrıs” isimlendirmesinin hiçbir ölçüde veya şekilde güney Kıbrıs Rum yönetimini tanıma veya Türkiye’nin 1960 yılındaki Garanti Anlaşması ile kuruluş anlaşmasından kaynaklanan hak ve yükümlülüklerine zarar vermesi anlamına gelmeyeceğini beyan etmiş, güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Larnaka radyo 076/18 no.lu Navtex duyurusu ile kanunsuz iddialarını meşrulaştırma çabaları geçersiz olduğunu ve bunların Türkiye tarafından kabul edilmediğini ve edilmeyeceği belirtilerek, Antalya Türk radyo fa84-0216/18 ve fa85-217/18 sayılı Navtex duyurularının halen geçerli ve yürürlükte bulunduğunu, bu münasebetle, denizcilerin emniyeti gözetilerek Antalya istasyonundan Navtex yayını yapılmaya devam edileceği duyurulmuştur. Öte yandan Rum tarafının yayımlanan Navtex’e itirazı ardında Italyan ENI şirketi Saipem 12000 sondaj gemisinin 3. Blok içinde yapmayı planladığı sondaj faaliyet alanlarının büyük çoğunluğunun Türkiye’nin yayımladığı NAVTEX ile örtüşen alanlar içerisinde bulunması önem arz etmekle birlikte, Rumların tek yanlı olarak adanın tamamı üzerinde fiili hareket etme çabalarının sonuçsuz kalmasına sebep olmuştur.
Bu gelişmelerin arından Avrupalılardan Türkiye aleyhine Rum yönetimini destekleyen açıklamalar gelmeye başlamıştır. Önce Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani, Türkiye’ye, “Kıbrıs’ın karasularında tehlikeli kışkırtmalardan kaçınması ve bölgede gerginliği azaltması” (13.02.2018/CNA) çağrısında bulunmuş, ardından Avrupa Halk Partisi (AHP) Başkanı Joseph Daul “Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetine veya başka bir Avrupa Birliği’nin üye ülkesine karşı tehditler veya kışkırtıcı eylemlerde bulunmasının kabul edilmez olduğunu”(13.02.2018/CNA) söylemiştir. Avrupa Halk Partisi Başkanı mesajında, Türkiye’nin “..tüm ülkelerin egemenlik haklarına saygı duyması ve uluslararası hukukun uygulanması gerektiğini” açıklamıştır. Tüm bu desteklere bir de Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın kendi Twitter hesabına, “Türkiye Avrupa Birliği’nin bir üye ülkesine karşı eylem veya tehditlerinden kaçınmalıdır” şeklinde çıkışı eklenmiştir. Gelen bu tutuma karşı gerek TC Dışişleri Bakanlığı gerekse TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer Devlet yetkililerinin açıklamalarında Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun davrandığı belirtilmiştir. TC Başbakanı Binali Yıldırım da adada anlaşma olmadan hidrokarbon yatakları üzerinde faaliyet yürütülmemesi gerektiğini belirtmiştir. Türkiye uluslarararası seyir güvenliği formatına uygun olarak yayımladığı NAVTEX ile bölgede yürüttüğü faaliyetler tamamı ile uluslararası hukuka uygundur.
Gutteres’in Endişesi
Ege ve Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları üzerine yükselen gerilim söz konusudur. Türkiye’nin sorunun başlangıcından beri Akdeniz’deki gelişmeleri yakından takip ederek bugün ortaya koyduğu tavır uluslararası hukuk nezdinde kendi deniz yetki alanlarını koruma kararlılığını sürdürmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle de BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in 3. Blokta yaşanan kriz sonrasında yapmış olduğu açıklamada sözde MEB alanlarındaki gerginliğin “Türkiye ve güney Kıbrıs arasındaki hidrokarbon anlaşmazlığının Kıbrıs sorununun çözümü ile mümkün olabileceğini” (14.02.18/Cyprus Mail) belirtmesi ve bu kaynakların “eşit paylaşım temelinde” olması beklentisini ortaya koyarak tarafların “gerginlikten kaçınmaları” çağrısı yapılmıştır. .
Mısır ile Yaşanan Gerginlik
Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile Türkiye arasındaki deniz yetki alanlarını sınırlandırma sorunu 17 Şubat 2003 yılında GKRY’nin Mısır ile ortay hat/eşit uzaklık esasına göre 1’den 8’e belirtilen coğrafi koordinatlar ile (madde 1) oluşturulan sözde Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması ile başlamıştır. Mısır ve GKRY arasındaki MEB anlaşması yürürlüğe 7 Mart 2004’te girmiştir. Türkiye bu yayına ve sözde MEB anlaşmasına olan itirazını hemen ortaya koyan bir bilgi notu ve ekini BM Deniz Hukuku Bületin’de 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır. 2004/Turkuno DT/4739 ve 2 Mart 2004 sayılı nota Türkiye’nin Daimi Temsilciliği tarafından BM’e verilmiştir.BM Deniz Hukuku Bulletin’de yayımlanan notta, Türkiye , “32º 16′ 18″ meridyeninin batısı boyunca kendisine ait olan alanların olduğunu ve kıta sahanlığı hakkına münhasır olduğu ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, sözkonusu alanın batı kısmını kapsayan koordinatları tanımadığını, uluslararası hukuka göre de gerçekleştirilen ihlal ile bunun geçersiz olduğunu, tüm haklarına helal gelmeksizin saklı kaldığını, anlaşmazlığın ise sadece tarafların birbirleriyle andlaşma yolu ile hakça ilkelere ve bölgenin özelliklerini dikkate alan anlayışla çözümlenebileceğini ve özellikle de adada tek bir otoritenin bulunmadığı (Law of the Sea Bulletin,no.54) vurgusu ile hem kendi hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını koruma yoluna gitmiştir. Bir yıl sonra GKRY, Türkiye’nin verdiği yanıta karşılık vererek Türkiye’nin iddialarının hukuken “belirsiz ve asılsız” olduğunu, temel dayanak noktası olmayan argümanlar ortaya koyduğunu, Mısır’la yapılan anlaşmanın iki “egemen devlet” arasında geçerli olduğunu, Türk iddialarının tamamı ile geçersiz hükümde bulunduğunu belirten savlarda bulunmuşlardır (Law of Sea Bulletin, no.57,2005, s.124).
Güney Kıbrıs yaptığı bu anlaşmalar ile, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölge sınırlandırmalarının ancak bütün ilgili ülkeler arasında ve bütün tarafların hak ve çıkarlarını gözetecek şekilde bir başka deyişle,tecavüz etmeme ilkesine, BMDHS’nin 74 ve 83. Maddelerde öngörülen hakça sonuca ulaşma maksadı ile hareket etmelidir. Rumların izlediği tutum, örf adet hukuku dahil, uluslararası hukukun ilkelerini, deniz hukukunda yer alan ilgili durumları görmezden gelen anlayışta gerçekleşmektedir. Bu doğrultuda, Mısır ile GKRY arasında 17 Şubat 2003 tarihinde imzalanan münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmasının Türkiye tarafından tanınmadığı hem Mısır nezdinde, hem de Birleşmiş Milletler Örgütünde kayda geçirilmiştir. (NO:18 – 30 Ocak 2007, TC Dışişleri Bakanlığı Açıklaması).
Ancak GKRY, Mısır ile hidrokarbona yatakları üzerinde de anlaşmalar yoluna gitmiştir. Çapraz ortay hat çizgisi ile hidrokarbon kaynaklarının geliştirilmesi ile ilgili Çerçeve Anlaşması (Framework Agreement-2006) ve Gizlilik Sözleşmesi (Confidentiality Agreement-2006) imzalamıştırlar. Nihayetinde 7 Şubat 2018’de (Reuters haberine göre), Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mısır ve Kıbrıs arasında münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesine ilişkin anlaşmanın uluslararası hukuka göre bir geçerliliği bulunmadığı yönündeki açıklamalarına Mısır tepki göstermiştir. Mısır Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ahmed Ebu Zeyd, “Anlaşma, uluslararası hukuk normlarına uygun ve bunu kimseyle tartışmayacağız” demiş ve Türkiye’nin itirazlarını kabul etmemiştir.
Nitekim 2003 yılında Rumların Mısır ile gerçekleştirdikleri sözde MEB anlaşması Türkiye tarafından ret edilmiş ve yok hükmünde sayılmıştır. Zira bu MEB sınırlandırması çok yönlü ihlallerin gerçekleşmesine sebep olmuştur. Örneğin Güney Kıbrıs ve Mısır arasında olan sözde MEB anlaşmasının ortay hat/eşit uzaklık prensibi kapsamında ilgili durumların dikkate alınmadan çizilmesinde ortaya çıkan orantısızlık ve sınırlara tecavüz etme durumu eşitsizlik yaratmış ve hakça ilkelere uluslararası hukuk ve içtihat hukukuna aykırı davranılmıştır. UAD ve ilgili diğer yargı mahkemelerinde eşit uzaklık ilkesini sınırlandırmada öncül (a priori) kabul etmemiş ve sınırlandırmada esasen hakça sonuca ulaşması gerekliliğini kabul edilmiştir. Güney Kıbrıs’ın Mısır ile çizilen sözde MEB’i üzerine Türkiye’nin batı kısmını ihlal etmesi ve Türkiye’nin buna itirazı uluslararası hukukta söz konusu antlaşmanın geçerliliğinin tartışmalı olduğunu da beraberinde getirmektedir.
Deniz yetki alanları ile ortaya çıkan ihtilafın 2003’den bugüne, Türkiye süreci yakından takip ederek BMGS nezdinde durumu kabul etmediğini ifade etmiş ve kendi coğrafi koordinatlarını tevdi ederek hem kendi hem de Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini içine alan bir şekilde korumakta kararlı olduğunu açıklamıştır. Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği sözde MEB bölgeleri içerisinde bazı uluslararası hidrokarbon şirketleri ve konsorsiyumlarıyla keşif ve üretim sözleşmeleri imzalamasına en baştan itirazlarını ortaya koymuştur.
Bu konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak adına GKRY’nin 1964’ten beri iç hukuk yolu ile nasıl deniz yetki alanlarını genişletme çabası içerisine girdiğini iyi anlamak gerekmektedir.
Lübnan GKRY MEB Sınırlandırması Neden Askıda?
Lübnan 2011 yılında münhasır ekonomik bölgesinin batı, kuzey ve güney sınırlarını gösteren coğrafi koordinatlarını BM’e iletmiştir. Bu göstergelerde yer alan sınırlama noktaları 2007 yılında GKRY ve Lübnan arasında olan sözde MEB anlaşmasından farklılık arz etmesi açısından önemlidir. Nitekim,2007 yılında Lübnan ve GKRY arasında gerçekleşen sözde Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması Lübnan Parlamentosu tarafından onaylanmamıştır. Lübnan 21 Mayıs 2009 tarihinde 51 nolu kararı ile Bakanlar Kurulu kendi münhasır ekonomik bölge sınırlandırma koordinatlarını belirlemiştir. Lübnan Parlamentosu daha sonra, 25 Ağustos 2011’de Lübnan Cumhuriyetinin Deniz Bölgelerinin İlanı ve Sınırlandırma yasasını (yasa 163) kabul etmiş ve 1 Ekim 2011 sayı 6433 ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlarını Gösteren Yasa oluşturarak, deniz sınırlarını BM’e 16 Kasım 2011’de sunmuştur. Lübnan’ın GKRY ile yaptığı anlaşmayı kabul etmeme sebebi 2007 sınırlandırmasının Lübnan’ın gerçek sınırlarını yansıtmaması açısından değerlendiren görüşler olsa bile , Türkiye Cumhuriyeti bu konuda GKRY-Lübnan nezdinde yürütülen müzakere sürecine Türkiye Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimleri sebep olmuştur. Nitekim 17 Ocak 2007’de GKRY-Lübnan sözde Münhasır Ekonomik Bölge Andlaşması imzalanmış olmasına rağmen yürürlüğe girmemiştir. Türkiye’nin yapılan bu çabalar karşısındaki tutumu gerek KKTC ve gerekse TC’nin Doğu Akdeniz’de meşru ve yasal hak ve çıkarlarının mevcut olduğu, bu hak ve çıkarların korunmasında kararlı olunduğunu, bunların aşınmasına yönelik teşebbüslere müsaade edilmeyeceğini açıklamıştır. Dolayısıyla, GKRY’nin bu konuda çıkardığı yasaların veya ilgili ülkelerle yaptığı anlaşmaların Türkiye açısından hükmü bulunmadığı vurgulanmıştır(No.18,30 Ocak 2007,TC Dışişleri Bakanlığı Açıklaması).
Güney Kıbrıs’ın İsrail ile MEB Anlaşması’nın Sonuçları
Şubat 2007’de GKRY 11 blok ilan ederek ihaleye çıktığını belirtmiştir. GKRY’nin yapmış olduğu blok parselleri esasen 13 bloktan oluşmaktadır. Ancak 1.ci ihalede 3.cü ve 13.cü bloklar ihale dışında tutulmuştur. Üç yıl sonra ise GKRY İsrail ile 17 Aralık 2010’da sözde Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalamıştır. Lübnan Bakanı Adnan Mansour imzalı 20 Haziran 2011 tarihli mektupta, Lübnan’ın sadece GKRY ile coğrafi koordinatları paylaşan bir anlaşma yaptığını, bunun sınırlandırma ile alakası olmadığını (BMGS,14/07/2011, no.1 2082.11D), Lübnan’ın önceden belirtilen koordinatlarının İsrail ile çakıştığını belirterek, doğal olarak İsrail-GKRY sınırlanmasına gidilmesinden rahatsızlık olduğunu belirtmiştir. Şüphesiz GKRY-İsrail MEB anlaşması, Lübnan ile İsrail arasında deniz yetki alanları probleminin doğmasına da vesile olmuştur. Türkiye’nin İsrail ile yapılan anlaşmaya fiili tepkisi bölgeye uluslararası hukuka uygun şekilde sismik araştırma gemisini göndermesi ile gerçekleşmiştir.
GKRY-İsrail arasında kuzeyden güneye 12 nokta ile belirlenen koordinatlar, Kıbrıs ve Lübnan arasında 2007’de öngörülen anlaşma sınırlarını belirleyen koordinatların(33-38’40 meridyen ve 33-53’-40 uzunluğunu) nokta 1’ tanımları ile ayni olmuştur. Nitekim bu anlaşma, Lübnan’ın kuzey kısmının 850km alan ile örtüşmüştür. Lübnan’ın İsrail ile bu manada bir tartışmaya girmemesi İsrail’i resmen tanımamış olmasının en büyük etkenlerden biri olduğu açısından da değerlendirilebilir. Nitekim 2011’de Lübnan, yapılan anlaşmayı protesto ederek kendi coğrafi koordinatlarını BM’e iletmiştir.
Güney Kıbrıs’ın Hidrokarbon Ruhsatlandırma Çabaları
GKRY’nin ilk enerji ihalesi 2007’de toplam 11 blok ile ilan edilmiştir (Antoniou ve Demetriadi, 2015). GKRY’nin 1. Lisans ihalesi, AB resmi gazetesinde de yayımlanarak 15 Şubat 2007’de açılmış ve 16 Ağustos 2007’de kapanmıştır. Toplam 11 Blok (46.000 km2) için teklifler (3. ve 13.bloklar hariç) alınmıştır. Mevcut Veriler:MC2D-CYP2006 sismik yüzey araştırması (6.770 hat-km) ile gerçekleşmiştir. Yorum Raporunda, toplam 35.000 hat-km 2D sismik veri, ilgili taraflarca alınmıştır. Üç başvuru yapılmış ve Blok 12 için bir Arama Lisansı verilmiştir. Kapsamlı görüşmeler sonucunda, 24 Ekim 2008 tarihinde Noble Energy International Ltd’e, başlangıç dönemi için üç (3) yıllık 12 Numaralı blok için Arama Lisansı verilmiştir. Lisans yenilemesi ise Ekim 2011-Ekim 2013 tarihleri arasında olmuştur. Yeni sözleşme alanı 3466km2 olarak açıklanmış ve Ekim 2013’te Nobel Enerji Blok 12’de sondaj faaliyetleri sonunda doğal gaz keşfi gerçekleştirdiği (5’den 8 trilyon tcf) duyurulmuştur.
Nitekim, GKRY’nin 2007’de tek yanlı olarak uluslararası hukuka aykırı olarak Türkiye ve KKTC’nin haklarını ve yasal meşrutiyetini görmezden gelerek başlatmış olduğu ruhsatlandırma çalışmaları, 2012 senesinde ikinci tur ihale ile devam etmiştir.
2008’de ise Nobel Enerji’ye Hidrokarbon Arama Ruhsatı 12. Blok için vermiştir. 2011’de Blok 12’de Noble tarafından Afrodit alanında yapılan kazı sondajı, 5-8 tcf (trilyon kübik feet) aralığında koşullu rezervlerin bulunduğu belirtilmiştir. 2012’de GKRY, 12. Blokun da olduğu ikinci ihale turuna devam etmiştir. Bu ihale sonucunda 2013’te iki Hidrokarbon Arama Ruhsatı blok 10 ve 11 için verilmiştir. 2013’te Aphrodite alanında Noble ve Delek grubunun sondaj değerlendirmede, 3.6 – 6 tcf arasında koşullu rezervlerin keşfedildiğini teyit edilmiş, 2016’da BG Grubun (şimdi Shell’in bir parçası olarak) Blok 12 Lisansı’na% 35 oranında ortaklık yaptığı açıklanmıştır. 2016’da ise GKRY üçüncü tur lisans ihalesini başlatmış ve üçüncü tur ihale sonucunda 6. Blok İtalyan Eni uluslararası şirketi ile TOTAL’e , 8. Blok’u İtalyan ENI Uluslararası firmasına, 10.Blok’u ise ExxonMobil ile Katar Petrol Şirketine verilmiştir. Bugün ise 6. Blokta ENI önemli gaz yatakları bulunduğuna dair bulgulara erişildiğini açıklamıştır.
2007’den 2017’ye GKRY tek taraflı olarak ilan etmiş olduğu bloklarda Kıbrıs Türklerinin haklarını bertaraf edecek yol izlerken, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını ihlal eden MEB sınırlandırma hatları ile fiili ilk adımları atmıştır. Son olarak üçüncü tur ihale sonucunda Türkiye’nin kıta sahanlığının bulunduğu 6. Bloğu ruhsatlandırması gerilimi artırmış ve Türkiye’nin deniz alanlarını koruma adına güvenlik çemberi kuran duruma itmiştir. Nitekim Türkiye 6. Bölge’de kendi deniz yetki alanlarına girdiği için buna müsaade etmeyeceğini açıkça ifade etmiştir. 3, 8,12 gibi bloklar ise KKTC’nin TPAO’ya araştırma yapması için verdiği yetki alanları içerisindedir.
Türkiye Cumhuriyeti BM nezdinde ve ilgili tüm uluslararası örgütlere ve dünya kamuoyuna yapılan girişimleri tanımadığını, Türkiye’nin bölgedeki hak ve çıkarlarını korumakta kararlı olduğunu, bunun yanında adada tek bir otorite olmadığını, Kıbrıs Türklerinin de bu alanlar içerisinde hak ve menfaatleri bulunduğunu kararlılıkla ifade etmiştir (SC:32 – 09 Ağustos 2007, Dışişleri Bakanlığı Açıklaması).
Türkiye Cumhuriyeti’nin GKRY Ruhsatlandırma Çabaları Karşısında Önleyici Adımları
2007 yılında başlatılan ilk ihale ve faaliyetler sonrasında 19 Eylül 2011’de GKRY’nin sondaja başlaması ardından 21 Eylül 2011 senesinde TC-KKTC arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Andlaşması 32-16-18.000E ve 34-48-51.634E meridyenlerine göre yapılmıştır. Söz konusu anlaşma Türkiye Daimi Temsilciliği tarafından 25 Nisan 2014’te bir mektup ile detaylı bir şekilde açıklanarak BMGS’ne iletilmiş ve bunun yayımlanması istenmiştir( Letter dated 25 April 2014 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General). 22 Eylül 2011’de ise KKTC Bakanlar Kurulu ada etrafında yedi ruhsat sahası belirleyerek belirlediği 27 coğrafi koordinat ile kar payı esası ile KKTC Enerji Bakanlığı ile TPAO arasında anlaşma yapılmıştır. 2011 Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Andlaşmasında doğu ve batı uçlarının gelecekte ilgili taraflar arasında uluslararası hukuka uygun olarak hakkaniyet esasları çerçevesinde ve Kıbrıs Sorunun çözümüyle irtibatlandırılarak yapılacağı belirtilmiştir. Türkiye 21 Eylül 2011’de KKTC ile Kıta Sahanlığı Antlaşması yaptığını BMGS’ne A/68/857 sayılı mektup ile 25 Nisan 2014’te duyurmuştur. Bunun Deniz Hukuku Bulletin’inde yayımlanmasını talep etmiştir. Ancak bu gerçekleşmemiştir.
27 Nisan 2012’de Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazetesinde yayımlanan (28276), 2012/2802, 2012/2973 ve 2012/2968 kararları doğrultusunda Türk Bakanlar Kurulu TPAO’ya Doğu Akdeniz’de keşif yetkisi vermiştir. Söz konusu kararlara (2012/2802,2012/2973,2012/2968) GKRY tarafından protesto edilmiştir. Nitekim GKRY ilan ettiği MEB sahası ile çakışmakta olduğu GKRY tarafından 15 Haziran 2012 mektubu ile BMGS’ne iletilmiştir(A/66/851.). GKRY’nin söz konusu mektubunda belirttiği çakışma sahaları olduğunu belirtmiştir; Buna göre Türkiye’nin 2012/2802 kararı ile blok5011 %40’dan fazla , 2012/2973 kararı blok 5029 % 60’dan fazla, 2012/2968 sayılı karar blok 5027 %100’den fazla ve blok 5028’in de %90 alanından fazla GKRY ilan ettiği sözde “MEB” sahası ile çakışmakta olduğu ileri sürülmüştür.
10. Bölgenin Zohr yatağına yakın olması münasebetiyle ciddi kaynak elde edileceği, 11. Bloğun ise Temmuz 10-15 Ekim tarihleri arasında Total ve ENI’ye sismik araştırma yapması için izin verilmesi ile gündeme gelmiştir. Bu araştırma Kıbrıs müzakere sürecinin BM nezdinde Crans Montana’da 3 garantör ve adadaki iki tarafın katılımı ve ilk kez AB’nin gözlemci statüsünde yer alamsının hemen sonrasında gerçekleştirilmiştir. Crans Montana’daki Kıbrıs konferansı sadece 10 gün sürmüş ve GKRY-Yunanistan’ın tüm başlıklar içerisinde sergiledikleri uzlaşmaz ve gayri ciddi diplomasi anlayışı ile son bulmuştur. Nitekim müzakerelerin çöktüğünün BM Genel Sekreteri Gutteres tarafından açıklanması ardından, GKRY’nin 11. Blok üzerindeki sondaj faaliyetlerine devam etmesi üzerine, TC Başbakanı Binali Yıldırım bu konuda net tavrını koyarak “doğal kaynaklar konusunu bir oldu bittiye getirilemeyeceğini” açıklamıştır(Kıbrıs Postası,7.7.2017).
Ayrıca, TC Dışişleri Bakanlığı, konuya atfen resmi bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada GKRY’nin Ada’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını göz ardı ederek, Doğu Akdeniz’de tek taraflı olarak sürdürdüğü hidrokarbon faaliyetleri yakından takip edildiği, GKRY’nin bu sorumsuz adımlarına karşı gerekli uyarıları en başından bu yana yapıldığı açıklanmıştır(No: 228, 13 Temmuz 2017,TC Dışişleri Bakanlığı Açıklaması).İlaveten, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da defaten GKRY’nin tek yanlı olarak doğal kaynaklar üzerine adım atmasının bölgede gerilimlere yol açacağı uyarısına karşın GKRY’nin yapılan çağrıları dikkate almaması bugün gerilimin müsebbibini de ortaya koymaktadır. Mevlüt Çavuşoğlu, “Rum yönetiminin veya uluslararası şirketlerin, gerek Kıbrıs Türklerinin gerekse Türkiye’nin ada açıklarındaki doğal kaynaklar üzerindeki haklarını görmezden gelmekten vazgeçmelerini beklendiğini” (HaberTürk,1.6.2017) ifade ederek Türkiye’nin Akdeniz’de var olan meşru hak ve çıkarların korunmasında barış ve güvenliğin tesisinde öncü rol oynamaya devam edeceğini vurgulamıştır. Nitekim GKRY’nin Türkiye Dışişleri Bakanlığı açıklamasına yanıtı, 16 Temmuz 2017’de gerçekleşmiş ve “hidrokarbon kaynaklarından elde edilecek tüm gelirlerin “tüm Kıbrıslıların yararına” fona yatırılacağı”, Türkiye’nin uluslararası hukuka saygı göstermesi gerektiği” (Yenidüzen gazetesi,16.7.2017) iddiaları ile yeniden tahrirkar ve gerçekleri göz ardı eden tutumla devam etmiştir.
Esasen GKRY’i uluslararası hukuku ve deniz hukukunda yer alan UAD ve ilgili mahkeme kararlarında yapılan örnek davalardaki neticeleri göz ardı eden bir tutumla hareket etmektedir. Örneğin İsrail ile gerçekleştirilen sözde MEB anlaşmasında GKRY kendi çıkarları adına Lübnan ile istişare etmeden onun sınırlarını da ihlal edecek şekilde bir anlaşma yapması bunun açık göstergelerinden biridir. Bahusus, GKRY ve Yunanistan’ın Kıbrıs meselesini bir “işgal” meselesi addederek hiçbir yasal ve eşitlik temelinde somut adım atmaması ve garantiler ve güvenlik konusunu Kıbrıs meselesinin özü gibi gösterme çabası tamamı ile gerçekleri göz ardı eden bir anlayışın Helenizm ruhu temelinde Kıbrıs meselesinin deniz alanlarının da eklemlendirilmesiyle Giritleştirilme siyaseti ekseninde yürütmeye devam etmesidir. Bahusus, müzakere başlıkları içerisinde yer alan teknik komitelerde deniz, hava yetki alanları ile doğal kaynaklar konusunun (2012) GKRY itirazları karşısında dâhil edilmemesi, düşündürücü olmakla birlikte, bütünlüklü bir çözüm anlayışından uzak olunduğunu yansıtması açısından da önem arz etmektedir. Nitekim GKRY’nin esas hedefi olan Kıbrıs meselesinde kara üzerinde kurmaya çalıştığı tek egemenlik anlayışını deniz ve hava alanları üzerine taşıma çabası halen sürmektedir. Tüm bunların yanında söz konusu ihtilaflar içerisinde Arama Kurtarma Koordinatları uyuşmazlığı, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını 2002 Northern Access olayından beri belirli zamanlarda fiili delme girişimleri gerçekleşmiş ve Türk Deniz Kuvvetlerince ihlal önlenmiştir. Görüleceği üzere doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ihtilafın sadece hidrokarbon esaslarına göre değerlendirilmesi son derece talihsiz bir durumu yansıtacaktır. Mesele egemenlik savaşının deniz alanlarına ve hatta onun üzerindeki hava sahasına(FIR) yansımasıdır.
Sonuç Yerine;
Bugün deniz yetki alanları meselesini Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile Türkiye arasında yükselen gerilim çerçevesinde sürmektedir. GKRY var olan yetki alanları meselesini uluslararası kamuoyuna aktarırken “Türkiye’nin bölgede gaz ve enerji kaynakları çıkarılmasına karşı çıktığı, uluslararası hukuku ihlal ettiği ve sözde GKRY MEB alanlarına saygı göstermediğini” her fırsatta dillendirmektedir. Oysa Türkiye, doğal gazın çıkarılmasının yalnızca Kıbrıs sorunun çözümlenmesi ve Kıbrıs Türklerinin de hak ve menfaatlerinin göz ardı edilmemesi halinde mümkün olabileceğini belirtmektedir. Esasen, deniz sınırlandırma sorunu sadece Güney Kıbrıs’ın sadece hidrokarbon faaliyetleri ile ilgili değildir. Mesele, GKRY’nin Türkiye ve KKTC deniz yetki alanlarını ihlal eden tek yanlı ve hakça ilkelere aykırı olarak anlaşma yoluna gitmeleridir. Mesele Rumların adanın tek hâkimi gibi davranarak sözde egemenlik alanlarını deniz alanları üzerine yayma girişimidir. Bunu gerçekleştirirken de Türkiye’nin deniz alanlarına fiili tecavüz etme girişimlerinin ve Kıbrıs Türk haklarını görmezden gelme faaliyetlerinin yaşanması ile yeni bir boyuta girmiştir.
Esasen meselenin diğer boyutu, Güney Kıbrıs’ın, iç hukukunu ve uluslararası deniz hukukunun hükümlerini de kullanarak deniz alanlarını genişletme çabası içerisinde bulunarak enerjiyi siyasi bir koz kullanıp yasadışılığını meşrulaştırma çabası içerisinde bulunmasıdır. Bunu da gerçekleştirirken Helenizm politikaları doğrultusunda egemenlik alanlarını deniz alanlarına genişletme çabasıdır. Bu çabalarını, sözde münhasır ekonomik bölgeler ilan ederek bunları koruma adına silahlanma, askerileşme ve hatta askeri nitelik arz eden arama kurtarma Koordinasyon Merkezi çatısı altında yerel, bölgesel ve uluslararası ölçekli tatbikatlar yoluna giderek Türkiye’yi tehdit olarak bölgede sunma çabasında bulunmaya devam etmeleridir.
Tüm bunlara ek olarak sınırlandırma konusunda iddia ettikleri argümanlarının “uluslararası hukuk ile uyuşan” nitelikte olduğunu iddia ederek, Türkiye Cumhuriyeti’nin “uluslararası hukuka aykırı davranarak, Kıbrıs’ın egemenlik haklarını ihlal ettiğini” öne sürmeleridir. Oysa Uluslararası Adalet Divanı kararlarında adaların sınırlandırmasına yönelik verilen kararlarda uluslararası hukuka aykırılık teşkil eden tarafın tamamıyla GKRY’nin tutumlarından dolayı kaynaklandığı görülecektir.
Kıbrıs Rum yönetimi, doğal kaynakların bir paylaşıma tabi olabilmesi için Kıbrıs sorununun çözümlenmesi ve federal bir yetki olarak bunun olabileceğini iddia ederken, bugüne kadar, konuyu müzakereler kapsamında tartışmak istememişlerdir.
Türkiye ve GKRY arasındaki ihtilafın boyutlarından biri olan GKRY’nin tek yanlı ve adanın “tek hâkimi” gibi davranarak, 2007’den itibaren ruhsatlandırma çabalarına girmesi sonucunda parsellediği blokların1,4,5,6,7kısımlarının Türkiye kıta sahanlığı ile örtüşen sınırlardan kaynaklanmasıdır. Ayrıca “Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği 1, 2, 3, 8, 9, 12, 13 bloklarındaki deniz yetki alanları KKTC deniz sınır alanları ile örtüşmektedir. Nitekim, “GKRY’nin mevcut uygulamaları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin (KKTC)’nin haklarını da ihlal etmektedir. GKRY’nin ihaleye açtığı alanların yüz ölçümü 55.000 km²’ye ulaşmaktadır. Türkiye’nin haklarına tecavüz eden 7.000 km2’lik alan çıktıktan sonra geriye kalan 48.000 km2’lik sahanın her bir santimetre karesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakları vardır” (Başaren, 2017).
Türkiye Cumhuriyeti uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan ve doğal hak kabul görülen 200 millik bir kıta sahanlığı hakkına sahiptir. Bu durum ipso facto ve ab initio ilkesidir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve buna atfen ilan edebileceği münhasır ekonomik bölge yüzölçümü ise yaklaşık 145.000 km2’dir. Güneyin ve Yunanistan’ın Türkiye’nin bölgesel haklarını dikkate almadan deniz alanlarında Yunanistan’ın 71.000 km2,GKRY’nin de 33.000km2’sini işgal etme çabası Türkiye’nin sahip olduğu 145.000km2lik alandan sadece 41.000km2’lik alana hapsolarak sadece Antalya körfezinde Akdeniz’de söz sahibi olabileceği manasındadır. Türkiye bu neticenin ve atılan hukuk dışı adımların bilincinde olarak bölgede haklarının korunması yönünde gösterdiği hassasiyet Akdeniz’de ve hatta Ege’de deniz yetki alanlarının bir oldu bittiye getirilmesine müsaade edilmeyeceğinin de göstergesi olmuştur.
Son olarak, KKTC ve TC’nin ivedilikle ikinci bir sınırlandırma antlaşması yoluna mutlaka gitmeli ve GKRY-Yunanistan-Mısır arasında planlanan sınırlandırma antlaşmasının önüne geçilmesi sağlanmalıdır. KKTC’de ilgili yasal mevzuatın tadil edilerek, eksik olan deniz yetki alanları yasalarının ayrı başlıklar ile gerçekleştirilmesi de elzemdir.
Yrd. Doç. Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ
Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi
Deniz Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

İletişim: emete78@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder